Eve gelirken bu kar sogugunda sokak lambalarinin yetersiz isiginda yürüdüm. Eskiden bu mevsimlerde eve dönüs yolunda çam kozalaklari toplardim, annem bunu yaptigim için benden nefret ediyordu ama evin içinde böyle organik malzemeler olmasi hosuma gidiyordu. (Üniversitede temel sanat derslerinde epeyce bir zamanimizi organik malzemeler bulmaya harcamistik). Kış, gri havasiyla betonlar arasi bir Istanbul manzarası akla getirir oysa çam kozalaklari hemen orada, ayagin altinda, yerdedir.Bir ölüm mevsimini sevebilir mi insan? Sevmeli mi? Persephone zorla yeraltina kaçırıldığında hoplayip ziplayan bir çiçegin pesinden gidiyordu, Demeter kizinin bir kere yeraltina indigi için tamamen geri dönemeyecegini ögrendiginde mevsim de kış oluverdi. Bu topraklarda kiş, başa gelince çekilen bir yazgi gibiydi. Gene de daha insafli oldugunu söyleyebiliriz çünkü kuzeye çiktikça, kiş artik hepten kabullenilmiş, içine dogulmuş bir yazgiya dönüsüyor. İlham verici bir yazgi oldugu kesin. İzlanda açıklarında, Iceberglerle dolu su yüzeyine kapkalin montuna sarilmiş halde bakan Björk söyle bir laf eder: ''%100 ateist oldugumu söyleyebilirim ama eger bir dinim olsaydi bu doga olurdu'. Manzara ürperticidir, tek bir agacin olmadigi alabildigine beyaz düzlükler, sürekli bir alacakanlik hali ve fokurduyan kaynar sular. Dantevari bir atmosfer. Akheron irmagindan ölüler ülkesine inilecekmis gibi.
Björk gibi başka bir akrep kadini Slyvia Plath. Kış aylarinin karanlik tarafi bana onu hatirlatir. İntihar ettiginde bir şubat gecesiydi. 1962-1963 kisi Plath için zor geçiyordu yaziyor hakkindaki sitelerde. Tutsaklasmis, üzerine beton duvarlar yigilan bir kadin. Disarida yagan karin kiristalize yapisinin zerre kadar önemi yoktur, kocasi Ted Hughes, sevgilisini hamile birakmis ve her zamanki gibi orada yoktur, noksandir. Plath bir şiirinde 'her kadin bir faşiste tapar' der. Bu haliyle katiline aşik olan Amazon kraliçesine benziyor. Her kadin bir fasiste tapar mi sahiden? Tapacagimiz fasistlerin, yokedicilerimiz haline dönüseceginin bir örnegi Slyvia Plath. Bu, ataerkilligin yapay manzarasiyla çevrili dogal olmayan bir yol.
Kışı sevebilmek, ölümün kaçınılmaz dogasiyla yüzlesebilmek, rio abajo rio'ya inebilmek, iskelet kadinlarla karsilasabilmektir ve bu cografyada, ölümler, dogumlari dogurur. Kasvetli kış şehirlerinde kozalaklari aramaktan başka çare yok sanirim.
17 yorum:
"Eğer ateist olmasaydım tanrım doğa olurdu" lafını okuyunca yazmak istedim.
Ateistler için gerçekten üzülüyorum. Hani bir arkadaşınız kötü bir hastalığa yakalansa onun için üzülürsünüz ya. Onun gibi bir üzüntü benimki de. Bu arkadaşların koskoca kainatta yalnız olduklarına inanması çok acı veriyordur eminim. Yok olacaklarına inandıkları için ölümü hatırlatan herşeyden büyük rahatsızlık duyuyorlar. Mesela sonbahardan...
Bir taraftan da kızıyorum. Çünkü dini simgelerden bu kadar çok rahatsız olmalarının sebebi, o simgelerin de ölümü hatırlatması. Bu yüzden türbandan, namazdan, öfkeyle düşmanlıkla söz ediyorlar.
merhaba fizikçi bey,
öncelikle hoşgeldiniz:)
Bir insan, başka bir insani tanri tarafindan cezalandirilma korkusu yüzünden degil, onun en önemli hakkinin yaşam hakki olduguna inandigi için öldürmüyorsa bu üzülecek bir şey degil.
Neden yalniz olduklarina inansinlar? Yanlarinda insanlar yok mu? ölümden rahatsizlik duyduklarini da sanmiyorum, yaşam varsa ölüm de var...
kendini dogayla bütün hisseden insan, ölümün
gerçekligiyle yüzleşir.'dinim doga olurdu' panteist bir kavrayişa yakin.
dini simgelerden bu kadar rahatsiz olmalarinin sebebi, bu simgelerin yillarca bir baski ve çikar unsuru olarak kullanilmasi. Ölümü hatirlatmasi degil.
Ev sahibi değilim, kibarlığa lüzum yok :)
Fizikçi bey, sizin baktığınız gibi insanlara acıyarak bakmak acinası bir durum.Hurafelere efsanelere göre hayatlarını şekillendirmedikleri için! Başkalarına acıyarak, kendinizi böyle bir konuma koyarak rahatlama terapisi yapıyorsunuz, çok yaygın bir yöntem. Keni başına bir rahatlama kaynağı. Ödül olarak "pussy" verebilecek kadar düşük bir paradigmadan başkalarına acıyarak bakmayı sağlayacak bir konum çıkarmak, ancak insanın tasarlayıp geliştirebileceği karnaşıklıkta bir garabet.
Ölüm doğal ve kaçınılmaz, ve biraz aklımız varsa elbette kaçınmaya çalışacağız ve korkacağımız birşey. Korkuyorum ama, hurafelerle kendimi kandırıp başkalarına benim hurafelerime inanmadığı için acıyarak bakacak kadar korkmuyorum şahsen. Elimden geldince uzun yaşamak isterim, tek ve biricik görüp yaparım bunu. Bir cennet varsa bu dünyada var ancak.
O yüzden üzülecek bir durum yok, bırakın yani şu hurafeye inanmayanlara acımayı, acı çekiyorlar saçmalığını. Ne yani öldükten sonra sonsuz kudretli tanrınız beni ateşlere mi atacak? Avutucu ve rahatlatıcı bir duygu olsa gerek. Ben yabancıyım o şeylere, anlamakta güçlük çekiyorum şahsen.
Bir taraftan da kızıyorum. Çünkü dini simgelerden bu kadar çok rahatsız olmalarının sebebi, o simgelerin de ölümü hatırlatması. Bu yüzden türbandan, namazdan, öfkeyle düşmanlıkla söz ediyorlar.
Analiz ve Sosyolojinin sefaleti desem abartmış olmam sanırım.
Acınacak şeyin nerelerde olduğunu görmek gerçekten bu kadar zor mu?
Hoşbulduk snowqueen hanım,
Şunca zamandır Derin Düşünce'de konuşuyoruz. Nickinizin linkine tıkladığımda file not found falan diyordu. Geçen gün dikkatimi çekti linkler http://sosnowqueen@blogspot.com olmuş. O yüzden çalışmıyormuş. @'i nokta yaptım bir de ne göreyim site var burda yahu. :)
[Bir insan, başka bir insani tanri tarafindan cezalandirilma korkusu yüzünden degil, onun en önemli hakkinin yaşam hakki olduguna inandigi için öldürmüyorsa bu üzülecek bir şey degil.]
Konu "öldürmek" değil. Ölmek. Sonsuz bir yokluk çukuruna düşmekten sözediliyor. Cehennemden daha korkunç değil mi bu? En azından şu fark var. Cehenneme giden "iyi ki cehennemdeyim yok olmaktan kurtuldum" diyebilir ama yok olduysanız "iyi ki yok olmuşum, cehennemden kurtuldum" bile diyemezsiniz. Ateist arkadaşların bu durumda olmasına üzülüyorum.
[Neden yalniz olduklarina inansinlar? Yanlarinda insanlar yok mu?]
Yalnızlık da derece derece. Mesela başka bir şehirde okumaya giderken ailenizden ayrılırsınız. Orada başka insanlar olsa da yalnızlık çekersiniz. Allah'a inanmayan bir insan da kainat içerisinde bir yalnızlık duygusuna kapılıyor olmalıdır. Düşünsenize ben bütün bu kainatı yaratan bir varlığa, bizi sürekli izlediğine ve öldükten sonra bizim için başka sürprizleri olduğuna inanıyorum. Buna inanmayan ise dünyaya tesadüfen geldiğine, burada bir amacının olmadığına ve öldükten sonra yok olup gideceğine inanıyor. Bundan daha büyük yalnızlık olabilir mi?
[dini simgelerden bu kadar rahatsiz olmalarinin sebebi, bu simgelerin yillarca bir baski ve çikar unsuru olarak kullanilmasi.]
Bu da bir sebep. Ama ben bu simgelerin ölümü hatırlatmasının da bir diğer sebep olduğunu düşünüyorum. Sonbahar bile ölümü hatırlatıyor, bu simgelerin referansı direk ölüm ve sonrasıyla ilgili, bunların da aynı etkiye sahip olması gerekir.
Fuat Bey,
Ben de ev sahibi değilim. Ama kibar olacağım. :)
[Fizikçi bey, sizin baktığınız gibi insanlara acıyarak bakmak acinası bir durum.]
Acıdığımı falan söylemedim. Üzüldüğümü söyledim. Hatta "Hani bir arkadaşınız kötü bir hastalığa yakalansa onun için üzülürsünüz ya" demişim. Bu üzülmekle acımak arasında dağlar kadar fark var. Üzülmek sevgiyle, acımak belki kibirle ilgilidir.
İnanan insanlar bir kaynağın (belki bir ziyafetin) yanına oturmuş, ondan doyasıya istifade ediyorlar. Bundan kendini mahrum eden insanları görünce doğal olarak üzülüyorlar. Ama kimseyi zorla yanımıza oturtacak halimiz yok. Teklif edebiliriz sadece.
[Ne yani öldükten sonra sonsuz kudretli tanrınız beni ateşlere mi atacak? Avutucu ve rahatlatıcı bir duygu olsa gerek. Ben yabancıyım o şeylere, anlamakta güçlük çekiyorum şahsen.]
Allah hidayet nasip etsin. :)
(Konu "öldürmek" değil. Ölmek. Sonsuz bir yokluk çukuruna düşmekten sözediliyor. Cehennemden daha korkunç değil mi bu? En azından şu fark var. Cehenneme giden "iyi ki cehennemdeyim yok olmaktan kurtuldum" diyebilir ama yok olduysanız "iyi ki yok olmuşum, cehennemden kurtuldum" bile diyemezsiniz. Ateist arkadaşların bu durumda olmasına üzülüyorum.)
Cehennemden kastiniz bana mitolojik bir tasvir olarak geliyor yani cennette öyle tabi. içinden nehirler akan bahçeler falan, bir maldivli için sıkıcı olurdu adamlar zaten cennete yaşiyor :)
Arap mitolojisi. yunanlilarin da hades ülkesi vardi.
Ölümden sonrasini düsünmek anlamsiz geliyor
çünkü zaten bilemeyiz, yaşamin kutsanmasina varim ölümün degil. Her iyi şey cennet, her kötü şey cehennem zaten...
Dogada bir yaratici aramayi, baba figürünü dogada aramaya benzetiyorum. Yetişkin bir algi degil bu.
Evrenin bir parcasiyiz, ama mitolojilere edebi eserler olarak bakiyorum.
Ateistlerin sandigniz anlamda ölüm korkusu yasadigini sanmiyorum, Fuat bey'in yazdigi gibi herkes ölümden çekinir çünkü sevdiklerinden ayrilmak vb. şeyleri istemez, ama maneviyati sadece dindarlara atfedemezsiniz. Her ateist,
içi bomşoş, mekanikleşmiş ama gizliden gizliye de korkan insanlardan degildir...
@Fuat Bey size de merhaba:)
Ek olarak hangi tanrinin atese atacagi sorunsali da var.
Barahma mi, Zeus mu, Allah mi, Yehova mi, Mithra mi, Apollon mu?:)
Merhaba SnowQueen,
Evet birde o durum var. Ceza verici bir tanrı durumu da zaten akıl almaz birşey. Fakat kimin veriyor olacağı işkence başladıktan sonra önemsizleşecektir, güvenin bana. Kızgın ateşlerde deriniz yüzülürken, yada kaynamış sular gırtlağınızdan aşağıya boca edilirken bunları düşünmeyeceksiniz ;). Düşünülmesi bile absürd, insan-oğlu gerçekten kafasını değişik şekillerde kullanmasını biliyor.
Dediğiniz gibi, elbette sürekli ölümü düşünüp aman ne olacak diye korkmuyorum. Hayatımı ölüm meselesine göre kurmuyorum. Bir kamyonun önüne düşsem elbette çok korkarım, fakat muhtemelen 70-80 li yaşlarımda ölecek olmamı sıkıntı yaptığımı söyleyemem açıkası. Sonsuza kadar bir hayat, hedonistce, hurilerle, 6-7yüzyıl arap erkeği için tatminkar olabilir ama, bana hiç çekici gelmiyor. Hadi 1000yıl, 10bin yıl olsa neyse, ama sonsuza kadar yaşam absürd geliyor. 80 yıllık bir hayat, sonsuza kadar sürecek bir hayattan çok daha değerli ve bana yeter. Sorun değil.
Güzel insan Eintein ın sözünü aklıma getirdi bir başka yorumcu:
Man would indeed be in a poor way if he had to be restrained by fear of punishment and hopes of reward after death. It is therefore easy to see why the churches have always fought science and persecuted its devotees.”
Albert Einstein, "Religion and Science,"
Büyük fizikçi size diyor fizikçi bey.
Ne kadar yazık, Einstein da mutsuz ölmüş desenize. Fizikçi olmanızdan dolayı gerekli gördüm. İsterseniz hayatına anlam bulmuş daha nice insandan benzeri şeyleri aktarabilirim.
Fizikçi bey in bahsettiği sadece kendi durumunu daha rahat gösterme çabası. Klasiktir, heryerde çıkar, alışkınızdır. Habire üzülürler, acırlar başkalarının hallerine, daha doğrusu kendileri gibi düşünmeyen insanlara. Mesela siz bambaşka bir bir konuda inanç vs. den bahsedersiniz, fizikçi gibileri dayanamaz hem ekleyivermek isterler halinizin ne kadar üzüntü verici olduğunu. Windows-Word de zırt-bırt çıkıveren fırıldak gözlü clipart ikonları gibi. Canları durmaz, hemen illa oraya not düşmek isterler.
Mutluluk denilen şeyde zaten kendisinin zannetiği gibi somut birşey değil, insanın ürettiği birşeydir. Sen daha mutsuzsun ben daha mutluyum olayı bir kandırmacadan başka birşey değil.
Gelelim durumun absürdlüğüne.(mustafaakyolun sitesinde yorum yazan sinan beye teşekkürler)
Diyelim ki öldük, ve uyanmadık tekrar. Bu hem fizikçi için geçerli olacak hemde benim gibi düşünenler için. Ama diyelim ölümden sonra başka bi hayat var (minik bir kanıt yok tabi buna dair) bu her ikimiz içinde geçerli olacak. Amaaaaa fizikçi bey kocaman kara gözlü, ergin ve sivri göğüslü(Buharinin tasviri benim değil) hurilerle hal-hoş olacak, ben de cehennem ateşinde insan aklının alamayacağı şiddette işkence ile karşılaşacağım :P Ben bu absürdlüğü baştan kabul etmediğim için bu işkence sonsuza kadar sürecek muhtemelen, zaten mutlak iyi tanrımızın gücü malum, isterse bal gibi yapabileceği rivayet edilir.
Yani, tek fark benim ceza çekecek olmamda yatıyor (neredeyse).
Şimdi bu farka bakalım madem.
Şüpheye düşmenin gayet mümkün ve kolay olduğu(özellikle küçükten beynine doldurulmamışsa) bir konuyu - yani inanç meselesini, kadiri mutlak bir tanrı mesele edinip, sonsuz adalet duygusu içersinde(!?) hunharca işkence ile sonlanabilecek bir ceza sürecine uygulayacak!
Ve ben böyle birşeye, kusura bamayın ama saçmalık demek zorundayım, inanmadığım için daha az mutlu olacağım!? Bunlara inanmamanın, bu sanşa sahip olmanın verdiği mutluluk bir yana, mutsuzluk kaynağı olacağını iddia etmek gerçekten gülünç, hatta kahkahanç diye yeni birşey uydurmamız gerekiyor.
Bazı şeyler kafamıza saçma gelir, ama yinede gerçek olabiliyor. Ama bu saçma diye sınıflandırdıklarımıza inanmak için gerçekten önemli kanıtlar, akla yatkın açıklamalar gerekiyor. Fakat sorduğumuzda, "bak kuranda demir denmiş, falanca ayet numarasından toplam şu kadar şey çıkartıp kareköküne bölünce şöle mucizevi bir sayı çıkıyor, bunu bugünkü bilim adamları ancak çözdüüü!!, bak pıhtılaşmış kan diyor, insan diyor et diyor tırnak diyor...." gibi süzme zeka ürünü "retro-fitting on overdosis" kanıtlarla-mucizelerle karşılaşıyoruz!? Yada mesela yarım yamalak bilgimizle bir iki bilim adamının söylediği şeyden kanıt gösteriyoruz. "Kanıt" denilen olayı küçültücü şeylerle bu olağan üstü akıl almaz şeylere inanmamak mutsuzluk kaynağı olabiliyor yinede!?
Birde bu durumu bir tercihmiş gibi göstermeleri yok mu, gerçekten sığınacak, şunlara gününü gösterecek, bir varlığa inanası geliveriyor insanın. Ama inanamıyor insan tabii.... Neden? Çünkü bu çarşıdan hıyar almak gibi birşey değil ,bir tercih değil! varoluşsal birşey!, ve bunu ceza konusu edebilecek bir tanrı ile insanları korkutmaya çalışıyorsunuz. İşkence, zebani, yanacaksınız, hemide sonsuza kadarrr...
Allah akıl fikir versin demekten başka birşey kalmıyor geriye.
Ha birde Ömer Hayyam ı anmak kalıyor:
Cennette huriler varmış, kara gözlü
İçkinin de ordaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap, bir yanda sevgili..
Snowqueen Hanım,
İnsanların diyalog kurabilmesi için minimum gereklilik saygıdır. Saygılı cevaplarınızdan dolayı teşekkür ederim.
Fuat Bey,
[... Windows-Word de zırt-bırt çıkıveren fırıldak gözlü clipart ikonları gibi... Amaaaaa fizikçi bey kocaman kara gözlü, ergin ve sivri göğüslü(Buharinin tasviri benim değil) hurilerle hal-hoş olacak...]
Komik mi bunlar? Eğleniyor musunuz? Ben sizin şahsınıza bir şey söylemediğim halde, bir taraftan ateist forumlarındaki en akılsız üyelerin bile artık sıkıldığı türden saçmalıkları anlatıp, bir taraftan da benimle dalga geçmeye çalışıyorsunuz. Edep yahu.
Üzgünüm ama söylediklerimden hiç bir şey anlamıyorsunuz. Ecnebilerin "easy target, cheap shot" dediği türden ucuz vuruşlar yapmaya çalışıyorsunuz.
Ben bu dünyadan bahsediyorum siz takmışsınız kafayı zebaniye, huriye onları sayıklıyorsunuz.
Bakın ben diyorum ki:
"Cehenneme giden "iyi ki cehennemdeyim yok olmaktan kurtuldum" diyebilir ama yok olduysanız "iyi ki yok olmuşum, cehennemden kurtuldum" bile diyemezsiniz."
Buna cevap olarak "yok cehennem çok saçma, mitolojik bişey gibi, yok kara gözlü huriyi ben napayım, ilgilenmiyorum" türü şeyler söylüyorsunuz.
Benim anlatmaya çalıştığım şey "öldükten sonra hayata" inananla, "yokolacağına" inananın dünyadaki durumu. Hayatı nasıl algılayacak, ona nasıl bir anlam yükleyecek? İçindeki "sonbahar sıkıntısını" neyle teselli edecek? Ölümü hatırlatan sonbahar dışındaki diğer sembolleri kamusal alandan kovmakla mı teselli olacak?
"bak kuranda demir denmiş, falanca ayet numarasından toplam şu kadar şey çıkartıp kareköküne bölünce şöle mucizevi bir sayı çıkıyor, bunu bugünkü bilim adamları ancak çözdüüü!!" türü İslam forumlarındaki akılsız çoluk çocuk sayıklamaları yerine mesela bir Haşir Risalesi'ni okumanızı öneririrm. Din bilimle ispatlanamaz ama akıl yoluyla kabul edilir. Gözünün görmediğine inanmayan (aklı gözüne inmiş) olanlar bunu kabul etmezler, ama şükür bizim aklımız yerinde.
En basit şeylerin bile sahibini, yapanını merak eden insan nasıl oluyor da kainat gibi, kendisi gibi, insan aklını aciz bırakan tasarımları tesadüflere havale ediyor?
Evet bir yaratıcı vardır. İnsanı ve bütün varlığı O yaratmış, kendisini bizden perdelemiştir. Peygamberler gönderip bize bir imtihanda olduğumuzu, öldükten sonra yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğimizi haber vermiştir. Bunlar son derece doğrudur, inatla körelmemiş her aklın kabul edeceği şeylerdir.
Bunları bile bile, sırf hoşuna gitmediği için inkar edenlere, dahası bu inkarı şeytani bir görev addedip misyonerliğini yapanlara büyük azap vardır. Kur'an bilerek küfürde ısrar eden kafirlerin inananlarla istihza etmesinden, dalga geçmesinden özellikle bahseder. Sizi yoktan vareden, her türlü ihtiyacınızı sürekli olarak karşılayan yaratıcınızı size verdiği dille aşağılamaya, dalga geçmeye kalkıştığınızda ceza olarak cetvelle elinize vurulacak mı zannediyorsunuz?
Bakın dalga geçmenin, edepsizlik yapmanın hiç bir mantığı yok. Fikrinizi söyleyin, doğruya ulaşmaya çalışın, ama bunu yapmayın.
Komik de, bu komikliğe dayanıp başkalarının hallerinin üzüntülü olduğunu söyleyen ben miyim? Ondan sonra cevap verilince kalkıp edepsizlik diyen ben miyim? Ne edepsizliği varmış? Hurilere mi taktınız? Benim okumam yazmam vardır biraz, epeyce okumuşluğumda vardır, daha ne huri cennet tasvirleri var islami literatürde benden iyi biliyor olmalısınız. O dönem insanların "cennet tasavuru" beni yada benzeri insanları mutlu etmez emin olun. Sizin gibi düşünmeden mutlu olmak gayet mümkün.
Hem bakınız adamınız ne diyordu:
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır.
Hayattan lezzet almak size has birşey değil. Zor olanı kabul etmek de hayat kalitesini düşüren birşey değildir, hatta bizzat arttırır.
"Cehenneme giden "iyi ki cehennemdeyim yok olmaktan kurtuldum" diyebilir ama yok olduysanız "iyi ki yok olmuşum, cehennemden kurtuldum" bile diyemezsiniz."
Şu cümlenizin absürdlüğü açık değil mi? Aklın yerinde olmasıyla hiç alakası yok gerçekten.
Kusura bakmayın ama, aynen belirttiğim şekilde çıkıp akılla alakası olmayan şeylerle başkalarının hallerinin üzülecek durumda olduğunu yazarsanız, o başkalarıda bu şekilde cevap verir. Kızmaya köpürmeye hakkınız yok. Ne bekliyordunuz?
Benim anlatmaya çalıştığım şey "öldükten sonra hayata" inananla, "yokolacağına" inananın dünyadaki durumu. Hayatı nasıl algılayacak, ona nasıl bir anlam yükleyecek?
Yaşadığımız dünyaya bakarsanız bu sözlrinizin hiç bir geçerliliği olmadığını anlarsınız. Ölümden sonra hayat mitinden, cennet cehennemden çok anlamlı bir hayatın olabileceği gayet açıktır. Asıl olan hayatı geçici bir sınav olarak görmek Einstein ın da çok yerinde olarak belirttiği gibi çok "poor" bir durumdur.
Din bilimle ispatlanamaz ama akıl yoluyla kabul edilir.
Argümanların hepsini biliyorum, akılcılıkla alakası yok. İkincisi bu akıl yoluyla varılan sonuçlar, herhangi bir şekilde ölümden sonra hayat, cennet-cehennem efsanesi, işkence ile ilintilenemiyor. Onlara inanırlık konusunda gram dayanak sağlamıyor. Zerre kadar...
Bende çıkıp ölümsüzlük veren mucizevi bir makineye,tılsıma inansam ve inandırsam insanları... Bu absürd durumdan sizin yaptığınız gibi farazi bir durum çıkartıp karşılaştırma yapsam aynen sizin yaptığınız şeyi yapmış olurum. Ben o makinenin saçmalığından bahsediyorum, siz ise o hayali makinenin hayali durumunu alıp karşılaştırmalarınızdan kendinize "daha fazla mutluluk" devşiriyorsunuz. Bu şekilde şeylerle uğraşmamam benim için ancak mutluluk kaynağı olabilir!
Evet bir yaratıcı vardır. İnsanı ve bütün varlığı O yaratmış, kendisini bizden perdelemiştir. Peygamberler gönderip bize bir imtihanda olduğumuzu, öldükten sonra yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğimizi haber vermiştir. Bunlar son derece doğrudur, inatla körelmemiş her aklın kabul edeceği şeylerdir.
Ben inanıyorum o halde gerçektir siz de inanın, inanmazsanız körsünüz durumunun klasik hali. Hristiyan, Hindu yahudi,müslüman fark etmiyor. Kendini korkuya temellendiren bir inanç/ceza sistemi. Çok derin gerçekten!
Geçin artık bunları, ne yakması yanması! Mesele hoşuma gitmemesi değil, mesele absürd olması. Mantık hatası ile kaynayan, Herakleitos un kötü kopyası Haşir risalesi ile, vahdeti vücut ile filan olmaz bu bu işler. Siz onu öğrenirken ben unuturyordum, eski Şura günlerinden kalanları. Bilirsiniz Şuraları...
Ha birde şu aşırı abartılı saygı talep etme durumu, genelde çoğu müslümanda var bu durum. Başkalarına oldu mu OK, kendilerini oldu mu adam öldürmek bile mübah olabiliyor. Bir şeye inanmanız başkalarına o şeyi eleştirmeme saygı gösterme yükümlülüğü vermez! Hele hele o şeylerden yola çıkıp başkalarının durumunun üzüntü verici olduğu söylerseniz hiçbir şekilde o tarz bir saygı bekleme hakkınız yok!!! Saygının da bir adabı var. Ben düşüncelerimi saçma bulan ve bunu ifade eden insanlara saygısız demiyorum, hatta onu bırak sizin gibi düşünen nice insan benim gibileri moral değer konusunda eksik olarak anlattı durdu, hala da anlatıyor saçma sapan bir şekilde. Ama çıkıp "saygı,saygı" demiyorum. Şu saygı ayarını artık bir tuttursanız iyi edersiniz. İnandığınız şeye saygı göstermek başka (bende böyle birşey talep etme hakkınız yok!) sizin ona inanma hakkını saygı göstermek başka. Ben elime sopa alıp "way sen neden böyle inanıyorsun" dersem o zaman saygısızlık etmiş olurum. Size kutsal olan bana kutsal olmak zorunda değildir, ve bu hakkıma saygı göstermek zorundasınız.
Bir de araya parantez açip birsey sormak istiyorum,
Fuat Bey, blogunuz engelli sanirim?
Bu dünyadan bahsedilse bile, ölümden sonraki hayat tasvirleri içinden huriler, nehirler vb. detaylarepey tetikleyici oluyor:)
Gene iyisiniz, ben de siz hurilerleyken çaylari tazelerim:))
Kabullenmek istenilmeyen, insan bedenin yokolacagi gerçegi. Topraga karisacagi, unufak olacagi. Hayir, insan dünyanin efendisi degil mi, basit bir köpek gibi mi olacak sonu? İnsanin öyle bir kibiri varki, maymunla ayni ortak atadan gelmiş olma ihtimali bile tüylerini diken diken ediyor. kurttan, aslandan şundan bundan türemiş bir çok halkin hikayesini bulabilirsiniz ama dünya mitolojilerinde:) En iyi ihtimalle emzirilmişlerdir!
Cennet, cehennem ve yaradiliş hikayelerini mitoloji kapsaminda degerlendiriyorum, eski mitlerin üzerine eklenmiş mitler. cennet tasvirlerinde geçen
hayat-agaci simgesi müslümanlik, hristiyanlik öncesi
pagan Ortodogu inançlarinin kalintisidir gibi.
Fuat Bey,
Ben fikrimi söylüyorum. Dalga geçmeye çalışan sizsiniz. Dalga geçilen de ben olduğuma göre "adam gibi konuş kardeşim, ne clipartı?" demek, sizi edebe davet etmek hakkım.
Neyse sizi serbest bıraktım, o polemiği sürdürmek istemiyorum. Kaba da olabilirsiniz, dalga da geçebilirsiniz. Kendi tercihiniz.
Bizim Allah inancımızı ve diğer inançlarımızı tümden saçma buluyorsunuz. Aslında saçma olan inkar düşüncesidir. Çok basitçe akıl yürüterek inanmanın ne kadar mantıklı, ateistliğin de ne kadar saçma olduğunu görebilirsiniz.
Bir arkadaşınızla daha önce hiç kimsenin gitmediği bir adaya gitseniz, kumsalda Rolex marka bir kol saati bulsanız, ve arkadaşınız "bu adaya bizden önce hiç kimse gelmiş olamaz, bu saat kum taneciklerinin rüzgarla ve suyla birbirlerine çarpmasıyla x milyon yılda oluşmuş olmalı" dese, "Hadi ordan!" dersiniz "daha önce biri gelmiş işte".
Bakın bu "daha önce biri gelmiş işte" mantığı çok basit bir mantık. Bunu kabul etmeyen gerçeği bile bile inkar etme durumundadır. Azıcık aklı olan herkes daha önce birinin o adaya geldiğini, o saati yapan bir ustanın olduğunu kabul eder.
Evinize girdiğinizde halının üstünde üç tane kalemin uç uca dizilmiş olduğunu görseniz "bunu kim yaptı" diye düşünürsünüz. Nasıl olur da DNA'nızı oluşturan genleri uç uca "dizeni" inkar edebilirsiniz?
Hani şu terminatör tarzı filmler vardır. Gelecekten bir robot gelir. Sonra ondan kalan bir parçayı bilim adamları inceleyerek teknolojilerini hızla geliştirirler. O mantık bana çok komik geliyor. Gelecekten robot beklemeye ne gerek var, eğer teknolojimizi geliştirecekse işte insan beyni, inceleyip teknolojimizi rokete taksınlar. Ama bilim adamları onca incelemelerine rağmen "beyin teknolojisi" karşısında aciz kalıyorlar. Ve ateist arkadaşlar bana bu teknolojiyi geliştiren birinin olmadığını, tesadüfen moleküllerin çarpışmasıyla falan oluştuğunu söylüyorlar. Bunun akıl, mantık neresinde?
Biz inananlar o beyni planlayan ve vareden biri var diyoruz. Bundan daha mantıklı ne olabilir Allah aşkına? Bu mantığın bu kadar basit olması da bence Allah'ın hikmetidir. İnanmayanlara hiç bir açık kapı, haklılık payı bırakmıyor.
Kur'an'da her insanın aslında inandığı, inanmadığını söyleyenlerin bile bile inkar ettikleri anlatılır:
"Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür." (İsra, 67)
"De ki: 'Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.'" (Enam, 63)
Hesap gününde belki de "bize verdiğin akıl, bize inançsızlığı doğru olarak gösteriyordu" diyeceksiniz. Ve o zaman size bu "gizliden gizliye" dua ettiğiniz halleriniz gösterilecek. "Hayır siz inanmıyor değildiniz ama heveslerinize uymadığı için benim dinimi inkar ettiniz" denilecek.
Bence gelin bu inkardan vazgeçin. İnkarınızın sebebi, hevesleriniz, yitirdiklerinizden dolayı Allah'a karşı duyduğunuz öfke veya başka bir şey olabilir. Bunlarla yüzleşin ve bu çok basit mantığı artık kabul edin. Beni de üzmeyin. :)
@SnowQueen;
Blogger link veriyor, ama benim burada bloggum yok. Daha önce mesleki meseleler, hobilerim vs ile ilgili bir blogum vardı fakat kapattım. Şu anda başkalarının bloglarında otlanıyorum :) Hem sürekli gelen küfürlü yorumları ayıklama derdinden kurtulmuş oldum. Fakat bugün yarın mecburen tekrar açacak gibiyim :)
@Fizikçi;
Paley in saat analojisi, mantık hatası ölümsüz sanırım, her zaman savunacak insan çıkacaktır. Genelde de insanın ürettiği bilimle kafa kafaya çarpışmayı göze alarak yapılır bu. Akıllı tasarım saçmalıkları vs... Gerçekten akılcılıkla ilgisiz, mantık hataları.
Bakın bu "daha önce biri gelmiş işte" mantığı çok basit bir mantık. Bunu kabul etmeyen gerçeği bile bile inkar etme durumundadır. Azıcık aklı olan herkes daha önce birinin o adaya geldiğini, o saati yapan bir ustanın olduğunu kabul eder.
Büyük fark, sizin rolex e ilişkin çok sağlam bir konsepte e sahip olmanız, ve bu konseptleşmenin oluşması bir sürece yaşamış ve tecrübe etmiş olmanız. Dolaysıyla ikisi arasında dağlar kadar fark var. Yani belirli bir durumdaki paradigmayı, benzerlik ile başka bir yere aktarmayı akılcılık olarak gösterip, üstelik "inkar" etmekle ilişkilendirebiliyorsun.
Şurada güzel güzel özetlenmiş:
http://en.wikipedia.org/wiki/Watchmaker_analogy#Challenges_to_the_Watchmaker_Analogy
Dolaysıyla, günümüz bilimininde artık gösterdiği gibi, saçma bir sonuca varabiliyorsunuz:
Evinize girdiğinizde halının üstünde üç tane kalemin uç uca dizilmiş olduğunu görseniz "bunu kim yaptı" diye düşünürsünüz. Nasıl olur da DNA'nızı oluşturan genleri uç uca "dizeni" inkar edebilirsiniz? Herhalde mantığın sefaleti denebilecek birşey.
Ama bilim adamları onca incelemelerine rağmen "beyin teknolojisi" karşısında aciz kalıyorlar. Ve ateist arkadaşlar bana bu teknolojiyi geliştiren birinin olmadığını, tesadüfen moleküllerin çarpışmasıyla falan oluştuğunu söylüyorlar. Bunun akıl, mantık neresinde?
Önce bi zahmet, far from equilibrium sistemler üzerine yapılan yığınla çalışmayı bir inceleyin, complexity, vs. (MIT, self-organization, systems-far-from-equilibrium) diye aramalar yapın mutlaka yığınla hem teorik hemde deneysel çalışmaya ulaşırsınız. Ondan sonra büyük iddialarda bulunursanız, biraz daha orantılı olur gibime geliyor. Memleketimizde teknik hamaratlığı bilim diye satınca durum maalesef bu şekilde oluyor.
İnsanoğlu önceden yer kürenin güneş etrafında dönmesi gibi bugün ilk okul bilgisi olan birşey karşısında da aciz kalmıştı? Yani bilginin göreceliliğini, subjektif yargılarımız için kullanırken dikkatli olalım. Doğal açıklamaların olamıyacağını göstermiyor bunlar. Nitekim doğal açıklamalar gelmeye, bilim gelişmeye devam ediyor insanoğlu ile beraber. Bizzat bu konuları mesele edenler sizin iddialarınızı saçma buluyor (pardon gösteriyor), üniversitelerde konu bile edilmiyor. Beyin dediniz de, bilişim ve enformatik konusunda kendimde az biraz geleceği kestirebilme yeteneği olduğunu düşünüyorum, çok da takip ederim işim gereği. Beyindeki süreçlerin hepsinin tıpatıp kopyasını bi 15-20 yıl sonra görebileceğiz hepimiz. Yani "real-time" bir simulasyon, dahası tıpatık aynı süreçler. Bi 30 yıl sonrada nörologlar, bilim insanları bu süreçlere bağlanıp takı takır bilgi çekecekler online beyni anlamak için. Cognitive süreçler çok daha yakından incelenecek. Aynen bugün CERN in, atom altı dünyadan çıkan veriyi online olarak dünyaya dağıtması gibi. Sizde bende göreceğiz bunları.
Doğal ve açıklanabilen süreçlerin "imitate" edilmesi sonucu sizin tasarım atfettiğiniz özellikler gözlemlenebiliyor, araştırma ve incelemeye konu edilebiliyor. Hokus-pokus, tanrı olmadan... Dolaysıyla, söylediklernizin gerçekten ciddiye alınır bir tarafı yok. Bir bilime temel almaya çalışanlar oluyor tabi de, onlarda bilimsel camiada boylarının ölçüsünü alıyorlar, üretimleri de koca bir SIFIR olarak kalıyor. 1 tanecik araştırma yok. Entellektüel anlamdaki kısırlığıda ortadadır. Hala Paley in saati ile "public opinion" oluşturmaya çalışıyorlar.
Temel yanılgınız, mantık yürütme biçiminiz şu cümlenizle özetlenmiş:
Biz inananlar o beyni planlayan ve vareden biri var diyoruz. Bundan daha mantıklı ne olabilir Allah aşkına?
"Ben inanıyorum,o halde gerçektir (bu arada çok da güzel), hadi sizde alın..."Hindu, hristiyan hiç fark etmiyor. Gerçekten bu konuda birbirinizin kopyasısınız.
Bence gelin bu inkardan vazgeçin. İnkarınızın sebebi, hevesleriniz, yitirdiklerinizden dolayı Allah'a karşı duyduğunuz öfke veya başka bir şey olabilir. Bunlarla yüzleşin ve bu çok basit mantığı artık kabul edin. Beni de üzmeyin. :)
Şimdi allaha öfke filan duymuyorum. İnanılan şylerin, öne sürülen sözde kanıtların yetersiz, hatta hiç yok, diyorum. Bu kadar basit. Cennet cehennem, elbette bana göre saçma bir efsanedir, ama buna haşir risaleleri vs. gibi şeyleri kanıt göstererek inanmak gerçekten çok daha "aşkın" birşey. İnanmamak gayet makul. Küçükten şekillendirildiysek inanmak makul "görülebiliyor". Heveslerim de elbette var, kendi çapımda hayatıma anlam veren meraklarım, yeteneklerim vs. lerim var. Bir tanrı ile ilgisiz. Hem ne o, "heves" derken yine aba altından "moral değer" sopasını mı gösteriyorsunuz? Bu moral ve hevesler konusunda hiçkimsenin pek bir üstünlüğü olmadığı bir gerçektir sanırım. Ve inancın insanı daha ahlaklı vs yapmadığı da gün gibi, hatta kabak gibi ortadadır sanırım. İçinde yaşadığımız bağlam, din vs leri çok çok aşıyor etken olma konusunda.
İnkar etmek ise tamamen alakasız... ne inkarı? inanmadığın şeyi nasıl inkar edebilirsiniz? Saçma değil mi bu iddianın kendisi. Ben tanrı gıcıktır, sevmiyorum küstüm demiyorum ki!? Çok büyük bir olasılıkla YOK diyorum, olması için, inanmak için geçerli sebep yok diyorum. Kasmaya gerek yok, çünkü ceza meselesi türlü türlü dinlerin kendinden bağımsız olarak ürettiği bir iktidar sopası olduğunu diyorum. İnsan ürünü birşey, sonsuz ir zekaya atfetmek kendi başına çelişkili ve absürd diyorum. Bu durumda olay "inkar" olmuyor. Yüzyıllardır mantık hataları dışında tek bir somut kanıt gösterilmeyen bir şey inkar edilebilecek bir statüde değildir maalesef. Kusura bakmayın yani, beni hiçkimsecikler yakmayacak, aşağılık işkenceler uygulamayacak. Hem hatırlayın, insanoğlu işkencenin aşağılık birşey olduğunu söyleyecek moral değerleri üretti! Birşey hem insandan daha üstün hemde insandan daha düşük seviyede bir yöntemi kullanmaz! İnsanoğlu geliştirdiği moral değerler ile dinleri çok zorluyorlar, kaçınılmaz bir şekilde bu böyle olmaya devam edecek gibi. Şiddet, kadın hakları, özgürlük...vs. Bu mızrak, bu çağa kolay kolay sığmıyor.
Fuat Bey,
Söylediğim şeylere "mantığın sefaleti" gibi anlamsız argümanlarla cevap veriyorsunuz.
Siz "uç uca duran üç kalemi" dizen birinin olduğuna inanırken "DNA'nızı oluşturan genleri" dizen birinin olmadığına inanabilirsiniz. Siz bilirsiniz. Ama emin olun insanların (ve bilim adamlarının) çoğu, tasarıma sahip şeylerin bir tasarımcısının olduğuna inanmaya devam edecekler.
Anladığım kadarıyla siz de benim gibi bilişim sektöründesiniz. Ben bir yazılımcı olarak insan denen makineyi yöneten yazılımı (DNA'yı) düşünmekten büyük keyif alıyorum. Orada gördüğüm bizim disiplinlerimize aykırı yaklaşımları çok ilginç buluyorum.
Örneğin biz yazılımcılar kod kopyalamaktan (veya aynı kodu tekrar yazmaktan) çok kaçınırız. Bunun yerine ortak kodları fonksiyon haline getirip, bir dll olarak derleyip, gereken yerlerde kullanmayı tercih ederiz. Bunun nedeni kodlarımızı tek yerden yönetebilmek, değiştirebilmektir. Aksi halde kod tekrarlarının olduğu her yere aynı değişiklikleri yazmak için uğraşmamız gerekir.
DNA yazılımı ise vücudumuzdaki 100 trilyon hücrenin hepsine kopyalanmış vaziyette durur. Bu kodu yazan öylesine usta bir yazılımcı olmalıdır ki, ilk yazdığı kod aynı zamanda yazılımın son versiyonudur. Hiç bir değişiklik yapmayacağı için ortak kod gibi şeylere ihtiyaç hissetmez. Bir yazılımcı için imkansız olan bir şey. :) Mesela bu bizim disiplinlerimize aykırı bir durum.
DNA kodunun yorumlayıcısı (interpreter) olan ribozom organeli beyinden hormonlar aracılığıyla gelen sinyallere bağlı olarak DNA kodunun belli kısımlarını çalıştırır. Bu açıdan hormonlar SOAP requestlerine benzer. Ama burada 1 server ve n tane client yerine, 1 client n server vardır. Beyin client'tır, her bir hücre server. Bu da bize göre çok aykırı bir yaklaşım.
Beyin bir hormon requestiyle ribozomlara DNA'nızdaki falanca kodu execute edin dediğinde her bir hücreden ayrı ayrı response almaz. Hepsine aynı emri vermiştir zaten, onlar işini yaptığında beyin bundan sinir sistemi ile haberdar olur. Ribozomlar gerekli kodu yeterince çalıştırınca beyin artık requesti keser.
Ben bütün bunları düşünürken Alemlerin Yaratıcısı olan Allah'a sevgim, hayranlığım artıyor. Bütün bunları onun harikulade işleri, sanatının göz kamaştırıcı güzelliği olarak görüyorum. Elmaslarla inceden inceye işlenmiş göz kamaştırıcı bir sanat eseri gibi. Eğer Allah'a inanmıyor olsaydım, bu gördüklerim, yere düşüp parçalanan bir bardağın etrafa dağılmış cam kırıkları gibi anlamsız ve amaçsız olacaktı.
Allah'a inanan insan bir ağaçtan yaprak koparmaya dahi kıyamaz. Çünkü orada Allah'ın mükemmel eserlerinden biri vardır. Bu insan bir orduya komutan olsa, ordusuyla giderken yoluna bir karınca kolonisi çıksa onları ezmemek için ordunun yolunu değiştirir. Kainatın Efendisi'nin (s) yaptığı gibi.
Bu arada Tanrı var diyen mi ispatlamak durumundadır, yok diyen mi? Bence iddiayı ilk ortaya atan ispatlamak durumunda. Peki hangisinin işi daha kolay? Tabi ki var diyenin. Tanrının varlığına onun sayısız eserlerini delil olarak gösterebilirsiniz. Yok diyen neyle ispatlayacak olmadığını? Ben dört boyutlu alemden çıktım, 12. boyutu gezdim tozdum, ne bir meleğe rastladım, ne de Tanrıya mı diyecek. Yok öyle bişey. :)
@Fizikçi;
Mantığın sefaleti dememin nedeni sizce çok açık değil? Size yazdıklarımı okumuyormusunuz? illa her yazdığım şeyin heykelini mi çıkartmam gerekiyor?
Verdiğiniz örnek tam anlamıyla mantıksal bir sefaleti gösteriyor. Bizim kalemlere ilişkin sağlam nosyonlarımız,konseptlerimiz var. Elimize almışızdır tutmuşuzdur, nereden geldiğini bliriz, bunlara ilişkin çok güçlü tecrübelerimiz varır. buradan üretilen güçlü bir sağ duyumuzla beraber. Evin içersinde o buyutta cansız cizimlerin oradan oraya uçtuğuna dair hiçbir şey görmemişizdir. Evdeki insanların bunu yaptığını çok defa görmüşüzdür, ve o tarz objelerin yer değiştirmesine, belirli bir yere konmasına ilişkin, bizzat yaşadığımız, şahit olduğumuz, tecrübe ettiğimiz birşeydir. Bir yere kalemler şu yada bu şekilde konmuş ise ve bunu kendimiz yapmadıysak bunu o evde birisinin yaptığını biliriz neredeyse 99.999% bir olasılıkla. İsterseniz deneyin durun.
Fakat DNA örneğinde buna benzer ZERRE KADAR bir tecrübeniz yokken, ikisini sanki analogmuş gibi yanyana koymak ve mantık yürütmek, kusura bakmayın ama verdiğim cevabı hak ediyor. Bir tanrının, hokus-pokus gücün bunları yapmasına ilişkin bir tecrübeniz, nosyon oluşturacağınız bir süreç mi yaşadınız bizlerden habersiz?
DNA ya ilişkin hiçbir şekilde buna benzer bir tecrübemiz yok!!!! fakat tam tersine, belirli süreçlere ilişkin çok güçlü tecrübelerimiz var, bizzat gözlemliyebiliyoruz değişikleri somut araştırmalarımızla. DNA sürekli bir şekilde değişiyor, yeni durumlara adapte olabiliyor, genellikle de ortamla uyuşmayıp yok oluyor. Tecrübe var, bilgi de var, dolaysıyla sizin mantık hatalarını da içermiyor.
Siz madem yazılımcısınız,..size hiç mi teorik altyapı vermediler, hiç mi cellular-automaton, genetic-algorithms, genetic imitasyonlarla NP-complete problemlerin optimizasyonu, complexity teorisi, istatistik, self-organization, emergence vb. şeyleri göstermediler de habire olasılık dan vs. den bahsediyorsunuz? Şu sanal ortamın, SOAP vs lerin üzerinde koştuğu http yi geliştiren adam nelerle uğraşıyor bir göz atınız isterseniz....
Daha önce de söyledim, bilimi, mühendisliği teknik hamaratlığa indirgemişler memleketimizde.
Daha önce defalarca yazdım. Siz subjektif ne anlama geliyor bilyorusunuz? Sormak zorundayım, çünkü ben yazdıkça, siz aynı subjektiflikle devam ediyorsunuz.
Yazılım ve DNA karşılaştırmanız yukarıdakine benzer bir hatayı içeriyor. Bu arada size herhalde yazılımın delikli kartlarla yapıldığı zamanlara ilişkin tarihi bilgi de vermemişler.
DNA sizin bahsettiğiniz gibi zeki bir varlık tarafından tasarlanmadığı için, doğal olduğu için bugün olduğu gibidir. Procedure oluşturmak, object conceptualization yapmak, aspects oluşturmak akıllı bir entitinin yapacağı işlerdir. Artifacts dir bunlar. Tasarlanır. Doğal olarak DNA da bu tür şeyler görmeyiz. Ancak daha üst karmaşıklık seviyelerinde ortaya çıkabilir. DNA adeta brute force linear programmingdir. Ardında bir zeka olmadığı için herhangi bir konseptleşmeye gidilmemiştir DNA boyutunda. Tamda bu yüzden büyük bölümünde artık, hiç aktif edilmeyen uzun gen sıraları vardır, pseudogenes vardır, bocuk c-vitamini sentezleyicileri vardır, hemoglobin pseudo genleri vardır. Kendini, faydalı ve kulanılan genleri de bozacak şekilde oradan oraya tamamen rastgele kopyalayan genler vardır. Bu benim emrimde çalışan bir yazılımcının işi olacak, herhalde önce verdiği zarardan, code-base imi bozmaktan, gereksiz junk code(junk DNA) ile doldurmaktan önce sağlam bir dayak atar, sonra da işten atar üstüne tazminat davası açardım.
Bunu sizin gibi maarifet sayan çalışanıda aynı şekilde işten çıkarırdım.
Şurada google çalışanlarının aldığı bir seminer var, bakın bakalım designer işi mi: http://youtube.com/watch?v=LHHLm97KYwY (google dakiler de aptal tabi, evet biliyorum) Bir izleyin bakalım perfect mi imperfect mi, akıllı bir işe mi benziyor.
Ayrıca, bu kadar büyülendiğiniz şeyi önce öğrenmeniz gerekmiyor mu? Şu cümlenizin neresinden nasıl tutayım:
"DNA yazılımı ise vücudumuzdaki 100 trilyon hücrenin hepsine kopyalanmış vaziyette durur"!?!? Siz ciddimisiniz, yoksa karşıdaki nasıl olsa anlamız şeklinde mi düşünüyorsunuz? DNA da 100 trilyon hücrenin hepsinin kopyalanmış vaziyette durduğunu zannedip, koca bir bilime karşı çıkmak ancak sizlerde görülebilen bir özellik. Segmetation diye birşey duydunuz mu hiç? DNA da herbir hücreye karşılık hücrenin kodu yoktur! Bence bu kadar karşı çıktığınız şeyi önce öğrenin sona eleştirin.
Ayrıca, artık şu gün, DNA nın hiç değişmediğini iddia etmek gerçekten hiçbir şekilde ciddiye alınacak bir iddia değildir. Dünya düzdür demekle aynı seviyede.
Devamındaki hiçbir anlamı olmayan, sızıntı vari teknik terimle süslü yorumlarınız var. Bir defa interpreter ile alakası yok. Dna nın, spatial-funktional bir karşılığı var, uzamdan moleküler yapının uzamdaki konumundan ayrı düşünülemez. Execution analojisi yapacaksanız oraya varmanız gerekiyor. Yoksa ribozum ile interpreter arasında pek benzerlik yok. Ribozom translation yapıyor,basit decoding yapıyor. İnterpreter ise direktman byte-code executiondan sorumlu, olay orada bitiyor, encoding kısmı ayrıntı. Ribozomun herbir hareketi ise beyin tarafından kontrol edilmiyor, zerre kadar alakası yok. Hele client-server ilişkisi ise hiç yok. Geriye acknowledgement bile gitmeyen şeye client-server ilişkisi denebilir mi? Protokol design nedir biliyor olmanız lazım. Hormon salınmasına hadi broadcast filan deyinde biraz benzesin bari.
Hepsi yanlış analoji, kusura bakmayın.
Dediğim gibi, büyük iddialar, donanım gerekiyor...siz bence önce biyolojiyi iyi öğrenin, anladığım kadarıyla bilimselliğini tartışacak kadar evrim teorisi ve biyolojiye vakıf değilsiniz.
Yorumunuzun geri kalanı yine hiçbir elle turulur somut bilgi içermiyor, dolaysıyla cevap verilecek birşey göremiyorum.
Fuat Bey,
Bu son yorumunuzla size ait "mantığın sefaleti" lafını bizzat haketmişsiniz.
Diyorsunuz ki;
[Bir yere kalemler şu yada bu şekilde konmuş ise ve bunu kendimiz yapmadıysak bunu o evde birisinin yaptığını biliriz neredeyse 99.999% bir olasılıkla. İsterseniz deneyin durun. Fakat DNA örneğinde buna benzer ZERRE KADAR bir tecrübeniz yokken, ikisini sanki analogmuş gibi yanyana koymak ve mantık yürütmek, kusura bakmayın ama verdiğim cevabı hak ediyor. Bir tanrının, hokus-pokus gücün bunları yapmasına ilişkin bir tecrübeniz, nosyon oluşturacağınız bir süreç mi yaşadınız bizlerden habersiz?]
Aynı mantıkla ben size sorayım. Sizin düzenli varlıkların kendiliğinden (veya tesadüfen) oluştuğuna dair bir tecrübeniz mi var? Aksine hepimiz belki milyon defa tecrübe etmişizdir ki; hiç bir düzen kendiliğinden oluşmaz bir düzenleyicisi mutlaka vardır. Zaten bu tecrübemize dayanarak makro ve mikro alemdeki mükemmel düzenin de bir yaratıcısı olmalıdır diyoruz.
[Siz subjektif ne anlama geliyor bilyorusunuz? Sormak zorundayım, çünkü ben yazdıkça, siz aynı subjektiflikle devam ediyorsunuz.]
demişsiniz.
Evet subjektif konuşuyorum. Aksini mi iddia ettim? "Ben bir yazılımcı olarak insan denen makineyi yöneten yazılımı (DNA'yı) düşünmekten büyük keyif alıyorum." demişim. Bundan daha subjektif bi laf olabilir mi? Tamamen kendi bilgilerim dahilinde karşılaştırma yapıyorum. Biyoloji bilgilerim lise düzeyinde. O kadarına yetiyor. Bize mitoz bölünmede DNA'nın kopyası oluşturulur dendiydi. Yeni gelişmeler bunun aksini söylüyorsa bilemem. Segmentasyonu da bir hücrenin ikiye bölünmesi esnasında yarı kütleli iki hücrenin oluşmasıyla ilgili bilirdik. DNA farklı mı kopyalanıyormuş? Bildiğiniz bir şey varsa söyleyin ama siz "mantığın sefaleti" falan şeklinde sürekli belaltı çalışıyorsunuz.
[DNA adeta brute force linear programmingdir. Ardında bir zeka olmadığı için herhangi bir konseptleşmeye gidilmemiştir DNA boyutunda. ...Bu benim emrimde çalışan bir yazılımcının işi olacak, herhalde önce verdiği zarardan, code-base imi bozmaktan...] döverim falan demişsiniz. Çok güldüm bu sözlerinize. Yani şu işleri size bıraksak süper bi DNA tasarlayacaksınız. Ya da farklı bir şey. Size tanrılık kariyerinizde bol şans dileyeyim o zaman.
[Hepsi yanlış analoji, kusura bakmayın. Dediğim gibi, büyük iddialar, donanım gerekiyor...siz bence önce biyolojiyi iyi öğrenin, anladığım kadarıyla bilimselliğini tartışacak kadar evrim teorisi ve biyolojiye vakıf değilsiniz.] demişsiniz. Analojinin yanlışımı olurmuş? Kendimce benzerlikler kurup eğleniyorum. Hepsi keyfi analoji zaten. İkinci defa düşündüğümde çok farklı analojiler kurabilirim yani. Orada asıl olan, bir ressamın sergisini izlerken duyulan hazdan da öte, Allah'ın sanatını kendi pencerenizden izleyerek ona hayranlık duymanızdır yani. Siz böyle metafizik şeylere yabancı olabilirsiniz.
Bu metafizik hazza örnek vermek için anlatayım: Bizim şirkette sigara yasaktır. Gün içinde arada bir yakındaki bir parka gider orada sigara içerim. Tek başına orada otururken yanımdaki bir yaprak, bişeyleri sürüklemeye çalışan karınca, vs. beni tefekküre sevkeder. İnanan insan için kainat koskoca bir sergi salonudur. En büyük sanatkarın eserleriyle doludur her yer. Bu eserleri izlerken kendinizce analojiler kurar, hayret, haşyet, sevgi yamaçlarında gezer durursunuz. Bizim dinimiz ne güzeldir, bu tefekkürün 1 saatine bin sene ibadet sevabı yazar. Gerçi o sevap aklınıza bile gelmez, yaşadığınız hazzın kendisi yeter ödül olarak.
Allah'a inanmak varlığı anlamlı hale getirir. Yoksa bizim sergi sarayı olarak gördüğümüz bu kainat, inanamayan insan için sürekli ölümlere sürüklenen bir mezbaha yeri gibidir. Aradaki müthiş farka dikkat!
Bu sergi sarayından herkes görebildiği kadar -ki bilebildiği kadar görebilir- haz duyabilir. Mesela siz daha çok biliyorsunuz, daha çok haz duyabilirsiniz. :) Neyse çok uzattım, bir link vereyim son dönem fizikçilerinin metafizik tefekkür hazzıyla ilgili:
http://1111.karakalem.net/pfFormat.asp?article=692
Yorum Gönder