Çocukken en sevdiğim hikayeler başlarının üzerine düşen kalın pelerinleriyle dünyayı dolaşan gezginler hakkındaydı. İpek yolu, Afrika çölleri, Çin seddi derken türlü türlü macera yaşarlardı. Ama can sıkıcı olan, kahramanlar hep erkekti. Daha çocukken anlardık, yollar, geceleri sokaklar, ıssız köşeler, köprü altları erkeklere aitti.
Erkeklerin “kaybedecek birşeyleri” yoktu, oysa kadınlar sürekli birşeyleri kaybetmeme derdindeydi. Kaybedilecek bekaret, kaybedilecek namus...
Yola çıkıyorsan önce görüntünü değiştir
Tarihte kadın seyyahlar elbette oldu ama acaba kaçı kadın yazarların George Elliot gibi erkek mahlasları kullanması çözümüne benzer olarak yolculuk sırasında dişiliğini minimuma indirdi. Bugün bile kimbilir kaçımız kadın başımıza gideceğimiz mesafenin tekinsizliği veya tedirginliği yüzünden sokakta eteklerimizi çekiştirdik ya da sabahları evden çıkarken “daha kapalı” kıyafetleri seçtik. Onlar zihniyeti değiştirmedi, biz kıyafeti değiştirdik. Yanında bir erkek eşlik etmeden yola çıkmanın tekinsiz oluşu hakkında toplum oralı olmamayı tercih eder, “günah benden gitti” tavrındadır. Ayağını denk alması gereken kadınlardır. Genel anlayışta tecavüz hakedene yapılır. İffetli bir kadın, gecenin bir vakti sokakta ya da ıssız yollarda tek başına bulunmaz. Bulunanlar ise ya fahişedir-ki onların zaten kaybedecek birşeyleri yoktur- ya da aranıyordur. Kurtların sofrasına girmiş “kuzu”nun akıbeti kadar normalleşmiş ve meşru haldedir ataerkiliğin şiddeti.
İtalyan sanatçı Pappa Bacca, kadınlığını anlam düzeyinde epey maksimum seviyeye çeken bir kıyafetle yola çıkmıştı. Gelinlik. Bu nokta, Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’nin gözünden kaçmadı. Gelinliğin çağrıştırdığı kadın cinselliği destursuz
bir şekilde ataerkilliğin ormanına dalmak olarak yorumlanabilir. Verimli’nin dikkat çektiği diğer nokta ise topluma işlemiş olan “yabancı kadınların cinsellikteki serbestisi” fikri. Özellikle turist kadınlara karşı(hele bir de Russa) tavrın nasıl olduğu ortada.
Tecavüze uğrama korkusu öylesine belleğimize kazınmış bir korkudur ki psikoloji dalından başka bir isim, Kurt sofrasında bulunmaktan çekinmeyip Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını yazmış Clarissa Estes, pek çok kadının rüyasında kaçmaya çalıştığı bir “karanlık adam” figürü olduğundan bahseder. Bu figür, tek tek bireyden zirade kollektif bir bilincin oluşturduğu canavarın hayatlarımıza yansımış gölgesidir. Karanlık adam bir “yokedici”dir. Evrensel eşitlik, özgürlük barış gibi kavramlar yokedicinin egemen ataerkil tavrıyla çatışır. Caniler, katiller, tecavüzcülerde kişileşip, engiziyon mahkemeleri, cadı avları, toplama kampları, diktatörlüklerle eyleme geçip tarihe karanlığını vurur.
Bacca’nın başına gelen münferit bir olay değildir aksine bir aysbergin görünün yüzüdür.
Tecavüzcü katili linç etmek, toplumun yakaladığı bir suçlu üzerinden kendini
olaydan sıyırdığı mastürbatif bir ritüeldir. Aysbergin görünmeyen yüzü rüyalarımızda bile peşimizi bırakmayacak denli derinlere işlemiştir.
3 yorum:
Ataerkil ormanına dalmak mı?
Statükoyu korumakta kadınların rolünü de hafife almayın. "Kız başına ne işi varmış", "nişanlısı ne biçim adammış, hiç kız böyle bırakılır" mı diyenler erkeklerden çok kadınlardır.Kadınlar kendi hemcinslerinin özgürlüklerine düşmandır (genelleme değil).Bu ataerkil dediğiniz toplumda kadın sandığımızdan daha etkili.
ataerkilliği içselleştirmiş birsürü kadın var,
işin ironik tarafı, bu itaatkar "kız başıma yola çıkmam" tavırlarının, koca, baba, komşu, amca, bakkal-neyse artık- şiddetinden onları korumayacağı.
"kız başına ne işi varmış"kadınları zaten daha çok
kadın ve erkeğin eşit değil birbirinin tamamlayıcısı olduğunu ve birinin daha fazla tamamladığını(!)
düşünüyor. neden ve nasıl böyle bir şeyin parçasını olduklarını ben pek anlayamıyorum.
Neden böyle bir şeyin parçası oluyorlar? belki kolayı budur.
Yorum Gönder