30 Temmuz 2008 Çarşamba
ATV'de Yaradılış Efsanesi ve Pentagram'a iade-i itibar
Dün (kandil olmasından sebep) ATV'de bir filme rastladım. Önce alt yazıda şuna benzer bir açıklama geçti "izlemekte olduğunuz film İncil ve Tevrat metinlerinden alıntılandığı için bazı izleyicileri kültür farklılıkları yüzünden rahatsız edebilir". Üç aşağı beş yukarı böyle birşey. İzleyeceğiniz program Hristiyan ya da Yahudi muhteva içerir diyor yani.
İbrahim'in çölde halkına seslenmesiyle başlıyor film. İbrahim bir pagan tanrı heykelciliğini asasının ucuyla kapıyor "bu putlar mı sizi koruyamaz" diyerek kırıp atıyor. Halkta bir şaşkinlik. (Put dediğimiz şeyin tanrının simgesi olan bir zarftan ibaret olduğunu söylemenin bir yararı olur mu acaba?)
Sonra başlıyor yaradılışı anlatmaya. Buralar bildiğimiz Eski Ahit metinleri. Tanrı yer ve gökleri birbiririnden ayırır, ışık olmasını emreder, sonra topraktan ilk insan Adem'i yaratır. Daha sonra Adem'in kaburga kemiğinden Havva yaratılır ve birbirlerine eş olurlar. (ben senin kaburga kemiğinden yaratıldım beni sen varettin dercesine filmin burasında kadın ve erkek çiftler el ele tutuşur, iktidarsızlık, penis boyu vb. hiç önemli değildir artık erkekler efendimizdir). Havva ağaçtan meyveyi yer, kadın şeytandır imgesi bir kez daha gözümüze sokularak erkekler neolitik tanrıçalardan intikamını alır.
Göçebe çoban bir kabilede buram buram ataerkil bir tavırla kadınların baş misyonu erkek çocuk doğurmaktır. Nitekim İbrahim'in karısı Sara da bunu yapamadığı için üzüntüden kıvrım kıvrım kıvranır.(Sara'nın firavunla ilişkiye girmesinin filmde geçmesini beklemek saflık olurda tabi neyse ki M.İ.Çığ var.) İbrahim halkına seslenirken muhtemelen "İsrailoğulları" hitabını kullandığı için ATV sansüre başvurur. Halkın adı duyulmaz. (Ama Yehovanın göçebe ataerkilleri sevdiği çiftci Kabil'in değil çoban Habil'in armağanlarını kutsamasından belli.)
Mircea Eliade, Kenanlıların dininin Yahudileri oldukça etkilediğini anlatır. Kenan tanrısı El, Yehovaya dönüşür. Ama Semavi dinlerin tanrısı bildiğimiz pagan tanrılar gibi değildir. O yalnızdır, bir aileleri sevgilileri yoktur (bkz. Kybele-Attis, Aprodite-Adonis, Zeus-birsürü kadın ve erkek.
Doğunun despotizminin özelliklerini taşır. Tam itaat bekler, yeri gelince sularla yeryüzündeki insanları toplu kıyım biçimde öldürür. Ve o bir erkektir. Eski Ahit'e göre, İsrail tanrının karısıdır ve İsrail ona ihanet etmiştir. Onla bunla düşüp kalkmıştır.Bu pagan dönemlerin tapınak fahişeliği yani kutsal evlenme törenlerinin betimlenmesidir aslında. Yehova, İsrail'i bulup onu güzelleştirdiğini, takılar taktığını, yıkadığını ve tabi "üzerine eteğini örtüp" ilişkiye girdiğini yazar. İsrail'in ihaneti ile
Yehova intikamcı tavrını açığa vurur ve yıkım getirir.
Mısır'a köle olarak satılan Yusuf(en ilgimi çeken Yusuf'tur her zaman, kahinlik yeteneği yüzünden) ve rüya yorumlarına geçer film. Zayıf inekler, besili inekleri yer firavunun rüyasında, Mısır'da kıtlığa işarettir bu. (Yusuf'un kadınlar tarafından arzulanmasını da filmde bulamayız elbette.)
Sonrasında filmi izlemeyi bıraktım, başka sansürler oldu mu bilemiyorum. Belki de 18+ gibi piktogramların yanında haç veya davut yıldızı gibi piktogramlar da yapmalılar, peki bu dinlerin içerdikleri pagan muhteva hakkında bir işaret yapılabilir mi?
Dişil ve eril güçlerin birleşimini simgeleyen pentagram(ve elbette o bir Venüs yıldızı), "satanizm" simgesi olarak algılandığı ve kadının "şeytan"la ilişkilendirildiği müddet aslında "alacakaranlık kuşağı"ndan başka birşey değl.
25 Haziran 2008 Çarşamba
En iç sıkan kelime:Ahlak
Geçenlerde İsmet Berkan yazmıştı, "din olmadan ahlak mümkün mü?" gibi birşey. Hala neyi tartışıyoruz of ki of deyip geçmiştim. Dün de DD'de gördüm, Mustafa Akyol da yazmış din olmadın ahlakın olup olmayacağı hakkındaki mühim meseleyi! Lütfetmiş, dinsiz insanların da pekala ahlaklı olabileceğini buyurmuş. Çok teşekkür ediyoruz kendisine.
Ama en çok vurulduğum, şu kısım oldu:
"Bu çok önemli, çünkü “benim herhangi bir dini inacım yok” diyen insanların çoğu da, aslında topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerlere inanıyor. İsveçliler bugün çok seküler olabilirler, ama inandıkları ahlaki değerler aslında Hıristiyanlık’tan süzülerek gelmiş şeyler."
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Sanki "topluma sinmiş din kökenli ahlak"a bayılıyormuşuz gibi. Sanki Hristiyan ahlakı matah birşeymiş gibi. İsveçlilerin inandıkları değerler "hristiyanlıktan"süzülüp gelsin kabul, peki hristiyanlığa pagan dönemden süzülüp gelenler? Pagan döneme din-devlet öncesi büyü toplamlarından süzülüp gelenler?
Sadece süzülüp gelmeyle mi oluyor iş? Roma ahlakı ve Hristiyan ahlakı aynı mı yani?
Anaerkil toplumlarda cinsellikle ilgili bir "ahlak" kriteri yoktu mesela, pagan toplumlarda da farklı bir algılayış hakim,
ahlak kriteri bekaret kemerine nasıl indirgendi o halde? Ahlak, içinde bulunulan zamana, mekana karşın değişmeden kalan birşey mi? Ekmek çalmanın "ahlaksızlık" kabul edildiğini varsayalım(ki öyle), insanları ekmek çalmaya mecbur edecek bir sistemin parçası ve yapı taşlarından olmak "ahlaklı"mı yani?
Fahişelik yapmak ahlaksızlık ama evliliği bir sigorta senedi, iş kurumu olarak görmek ahlaklı.
"Ahlaksız gözükmemek" için bin türlü hileye ve dalevreye yönelten iki yüzlü bir oyun.
Evlenmeden önce dikilen bekaret zarı formülünde, kalıcılığında. (Avrupa'da bunu yapan onlarca Müslüman kadından biri şöyle diyor: neredeyse ölüm kalım meselesi gibi), Boşlukları doldurmakta insan zihni üzerine yok!
Açık saçık giyinmek, buyurgan ahlaksız bir davranış, elini penisine atarak yaz sıcağında tiril tiril giyinmiş kadınlara yalanarak bakmak ahlaklı. Giyinmeselerdi onlar da öyle.
İnsan öldürmek "ahlaksız", savaşlarda birini öldürmek ahlaklı. Hele bir de cihatsa sevap.
Bir can almak en büyük günahsa, neden savaşların normalleştirildiği bir dünya tezahüründe yaşıyoruz?
Ahlaklı hanımefendilerin. beyefendilerin takıları, arabaları, kredi kartları mi kurtaracak dünyayı, durduracak küresel ısınmayı?
Biri daha az zina yaptı diye mi açlıkla mücadele edilecek?
Eski Yunanlılar köleliği yadırgamazdı, biz de başka şeyleri yadırgamıyorumuz ve hala ahlaktan bahsedebiliyoruz.
Ahlaklı olan nedir allahasen, biri açıklasın ahlak nedir?
Ahlakı kiliseden, holding gibi çalışan cemaatlerden öğreneceksek, "genel ahlaka mugayyir" bulunup dernekler kapatılmaya çalışılacaksa(bkz.Lambda) "ahlaksız" olurum daha iyi.
Not:Bir kurum, kişi(tanrı) ya da devletten KORKARAK "iyi" veya "ahlaklı" olmaya çalışmak, hala ebeveynin(özellikle baba) cezasından korkan çocuk zihinli insanoğlunun yaratımı.
Ama en çok vurulduğum, şu kısım oldu:
"Bu çok önemli, çünkü “benim herhangi bir dini inacım yok” diyen insanların çoğu da, aslında topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerlere inanıyor. İsveçliler bugün çok seküler olabilirler, ama inandıkları ahlaki değerler aslında Hıristiyanlık’tan süzülerek gelmiş şeyler."
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Sanki "topluma sinmiş din kökenli ahlak"a bayılıyormuşuz gibi. Sanki Hristiyan ahlakı matah birşeymiş gibi. İsveçlilerin inandıkları değerler "hristiyanlıktan"süzülüp gelsin kabul, peki hristiyanlığa pagan dönemden süzülüp gelenler? Pagan döneme din-devlet öncesi büyü toplamlarından süzülüp gelenler?
Sadece süzülüp gelmeyle mi oluyor iş? Roma ahlakı ve Hristiyan ahlakı aynı mı yani?
Anaerkil toplumlarda cinsellikle ilgili bir "ahlak" kriteri yoktu mesela, pagan toplumlarda da farklı bir algılayış hakim,
ahlak kriteri bekaret kemerine nasıl indirgendi o halde? Ahlak, içinde bulunulan zamana, mekana karşın değişmeden kalan birşey mi? Ekmek çalmanın "ahlaksızlık" kabul edildiğini varsayalım(ki öyle), insanları ekmek çalmaya mecbur edecek bir sistemin parçası ve yapı taşlarından olmak "ahlaklı"mı yani?
Fahişelik yapmak ahlaksızlık ama evliliği bir sigorta senedi, iş kurumu olarak görmek ahlaklı.
"Ahlaksız gözükmemek" için bin türlü hileye ve dalevreye yönelten iki yüzlü bir oyun.
Evlenmeden önce dikilen bekaret zarı formülünde, kalıcılığında. (Avrupa'da bunu yapan onlarca Müslüman kadından biri şöyle diyor: neredeyse ölüm kalım meselesi gibi), Boşlukları doldurmakta insan zihni üzerine yok!
Açık saçık giyinmek, buyurgan ahlaksız bir davranış, elini penisine atarak yaz sıcağında tiril tiril giyinmiş kadınlara yalanarak bakmak ahlaklı. Giyinmeselerdi onlar da öyle.
İnsan öldürmek "ahlaksız", savaşlarda birini öldürmek ahlaklı. Hele bir de cihatsa sevap.
Bir can almak en büyük günahsa, neden savaşların normalleştirildiği bir dünya tezahüründe yaşıyoruz?
Ahlaklı hanımefendilerin. beyefendilerin takıları, arabaları, kredi kartları mi kurtaracak dünyayı, durduracak küresel ısınmayı?
Biri daha az zina yaptı diye mi açlıkla mücadele edilecek?
Eski Yunanlılar köleliği yadırgamazdı, biz de başka şeyleri yadırgamıyorumuz ve hala ahlaktan bahsedebiliyoruz.
Ahlaklı olan nedir allahasen, biri açıklasın ahlak nedir?
Ahlakı kiliseden, holding gibi çalışan cemaatlerden öğreneceksek, "genel ahlaka mugayyir" bulunup dernekler kapatılmaya çalışılacaksa(bkz.Lambda) "ahlaksız" olurum daha iyi.
Not:Bir kurum, kişi(tanrı) ya da devletten KORKARAK "iyi" veya "ahlaklı" olmaya çalışmak, hala ebeveynin(özellikle baba) cezasından korkan çocuk zihinli insanoğlunun yaratımı.
1 Haziran 2008 Pazar
Esmeray'ın Başına Gelenler
Geçenlerde amaçsızca televizyon kanalları arasında dolaşırken TurkMax'te Hülya Avşar'ın programında Esmeray isimli bir konuğa denk geldim. Beyoğlu'nda "Cadının Bohçası" isimli bir stand-up show yapan, Kürt kökenli bir transeksüeldi. Oldukça sakin bir tavırla yer yer önyargıyla şekillenmiş, tedirgin sorulara cevaplar veriyordu. Eskiden seks işçiligi yapmıştı. Hülya Avşar'ın, travesti/transeksüellerle birlikte olan erkeklerin eylemini "sapıkça" addetmesine karşın "biz müşterilerimize bu şekilde bakmıyoruz" dedi. Seks işçiliğinin çarpık yapısı, sadece travestiler için değil, kadınları da ilgilendiren bir mevzuydu.
Bu anlamda arada pek bir fark yoktu çünkü sorun bir ataerkillik sorunuydu. Esmaray, seks işçiliğini bırakmasının nedeninin
"ahlaki bir karşıkoyuş" değil, bu durumun ona dayatılmasına karşı koyuş olduğunu belirttiğinde "helal olsun" dedim içimden.
Ekranda cinsiyet rollerinin tartışılması ve bir transeksüelin piksellenmiş gögüslerini açıp "bunu mu istiyorsunuz"diye ekrana bağırdığı haber kanalları dışında görünür hale gelmesi "birşeyler düzelebilir belki de" iyimserliğine kapılmama neden olmuştu.
Esmeray'la bir iki mailleştik, daha sonra başka bir transeksüel arkadaşımın arkadaşı olduğunu ögrendim.
İyimserliğim, gazetelerde Esmeray'ın ne şekilde tartaklandığını görene kadar sürdü elbet. esmeray başına gelenleri şöyle anlatmış:
"Saat 21:00'de Tarlabaşı'ndaki evime gidiyordum. Evimin olduğu yerde polis ekibi oluyor. Bu kez onların arasından geçerken birisi arkamdan 'dur' diye bağırdı. Durdum, kimlik istedi."
Esmeray polisin onu tanıdığını, "malum, bilinen şahıslardan kimlik istenmeyeceğini" bildiğini söyleyerek şaşırdığını aktardı:
"'Beni tanıyorsunuz' dedim, oralı olmadılar. Kimliği verdim. Çantama bakmak istediğini söyledi. 'Asla' dedim, beni arabaların arasında tartaklamaya başladılar, yakamdan tutup silkelediler, darbe aldım, küfür ettiler. Zorla çantamı alıp içindekileri yere boşalttılar. Eşyalarım etrafa saçıldı. Yaptıklarının suç olduğunu söyledim. 'İstediğin yere şikayet et, yetki bizde, sen bizi nasıl tehdit edersin' dediler."
Zafer Üskül'ün, KAOS GL'nin "homofobiye karşı buluşma" toplantısına katıldıktan sonra yaşanan memnuniyetsiz homurtular, Anayasa değişikliği sırasında eşcinsellerin gene yok sayılması da bu çirkin şiddet eylemlerinin politik dayanakları.
Bu anlamda arada pek bir fark yoktu çünkü sorun bir ataerkillik sorunuydu. Esmaray, seks işçiliğini bırakmasının nedeninin
"ahlaki bir karşıkoyuş" değil, bu durumun ona dayatılmasına karşı koyuş olduğunu belirttiğinde "helal olsun" dedim içimden.
Ekranda cinsiyet rollerinin tartışılması ve bir transeksüelin piksellenmiş gögüslerini açıp "bunu mu istiyorsunuz"diye ekrana bağırdığı haber kanalları dışında görünür hale gelmesi "birşeyler düzelebilir belki de" iyimserliğine kapılmama neden olmuştu.
Esmeray'la bir iki mailleştik, daha sonra başka bir transeksüel arkadaşımın arkadaşı olduğunu ögrendim.
İyimserliğim, gazetelerde Esmeray'ın ne şekilde tartaklandığını görene kadar sürdü elbet. esmeray başına gelenleri şöyle anlatmış:
"Saat 21:00'de Tarlabaşı'ndaki evime gidiyordum. Evimin olduğu yerde polis ekibi oluyor. Bu kez onların arasından geçerken birisi arkamdan 'dur' diye bağırdı. Durdum, kimlik istedi."
Esmeray polisin onu tanıdığını, "malum, bilinen şahıslardan kimlik istenmeyeceğini" bildiğini söyleyerek şaşırdığını aktardı:
"'Beni tanıyorsunuz' dedim, oralı olmadılar. Kimliği verdim. Çantama bakmak istediğini söyledi. 'Asla' dedim, beni arabaların arasında tartaklamaya başladılar, yakamdan tutup silkelediler, darbe aldım, küfür ettiler. Zorla çantamı alıp içindekileri yere boşalttılar. Eşyalarım etrafa saçıldı. Yaptıklarının suç olduğunu söyledim. 'İstediğin yere şikayet et, yetki bizde, sen bizi nasıl tehdit edersin' dediler."
Zafer Üskül'ün, KAOS GL'nin "homofobiye karşı buluşma" toplantısına katıldıktan sonra yaşanan memnuniyetsiz homurtular, Anayasa değişikliği sırasında eşcinsellerin gene yok sayılması da bu çirkin şiddet eylemlerinin politik dayanakları.
3 Mayıs 2008 Cumartesi
Zaman Gazetesi, Hangi Zamandan Kalma?
1 Mayıs olayları sonrası basında yer alan görüntüler ve haberler akla kara kadar birbirinden ayrıydı. Bir kesim, hükümete ve valiye yüklenirken bir kesim sendikalara yükleniyordu. Özellikle Zaman Gazetesi, büyük kitlelere ulaşmanın sorumluğu açısından tavrı sorgulanması gereken bir yerde.
Zaman Gazetesi, “provakasyon istihbaratı doğru çıktı” haberiyle Taksim’in 1 Mayıs gösterilerine kapatılmasını yasakçı bir tavır olarak değil, olmas› gereken doğru bir güvenlik tedbiri olarak sunuyor, Erdoğan’ın “Taksim miting alanı değildir” sözlerini büyük büyük puntolarla yazıyor, valiyi ve hükümeti aklamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu.
Seçilen fotoğraflar ise coplanan, üzerine su sıkılan insanlardan ziyade eline bir taş parçasi alıp polise saldıran insanların “bunlar işçi değil anaşik, işleri güçleri provakasyon” demeye getirenleriydi. “Taksim’e çıkılmadı, uzlaşma sağlandı, sağduyu kazandı” diyerek sendikaların geri adım atmasını ve hükümetin yasakçı tavrına boyun eğmesini “sağduyu” olarak gösteriyordu.
1 mayıs’ın bir kaç gün sonrası, diğer gazetelerin öfkesi hala dinmemişken Zaman, hemen konuyu tekrar Ergenekon’a döndürüp eski karizmasını tekrar kazanma peşindeydi.
Kıyıda köşede ise son kozlardan biri olarak Ahmet Necdet Sezer’in ceberrut bir fotoğrafını seçip, “Sezer, Süleyman Çelebi’yi tebrik etti” haberiyle meseleyi başka bir yerden yakalamaya çalıştı. Hatta bununla da kalmayıp Şişli’deki Ermeni vatandaşların sendikacıları tebriğe gittiğini ve bunun sendikacaları oldukça mutlu ettiğini bile atlamadı Zaman. Okuyucu kitlesine, sendikacıları “antipatik” gösterecek her yolu denedi. Israrcı Disk, halkın huzurunu kaçırmış, Taksim’de maddi zarar milyonlarca liraya malolmuştu.
Yazarlar ise sus pustu. Biraz sesi ç›kan, burdaki sosyalistleri naylon ilan ediyor, sendikaları aşiretağası olmakla suçluyordu.
Zaman Gazatesi okuyucu yorumlar› durumu daha açık yansıtıyor. “1 mayıs da bayram mıymış, %5’in kutladığı şeye bayram denmez”, “polis az bile yapmış, bunlar bu dilden anlar”, “bunlar nankör” gibi şiddeti öven, oldukça faşizan yorumlar ardı ardına sıralandı.
1 Mayıs haberlerinin hemen yanında ise Enflasyondaki artış ve pirinç fiyatlarının yükselmesi kırmızı alarm gibi yanıp sönerken, okuyucular “düzelir, bunlar da geçer” diye birbirlerini rahatlatıyordu. Dünyan›n hangi ülkesinde iktidara zamlar için hesap sorulması bir yana, kraldan çok kralcı bir tavırla yarabbi şükür denilir acaba?
Zaman Gazetesi, hükümetin yay›n organı vazifesini yaparak, propagandasını hükümete göre kurguluyor. Başörtüsü ve laiklik konusunda gösterdiği “en büyük demokrat” biziz tavrını, 1 Mayıs’ta yaptığı yanlı haberlerle yerlerde süründürdü.
Tuzla tersaneleri ile ilgili haberlerde de tarafını, işverenden yana çizerek onları aklama yoluna gitmişti.
14 yaşında bir kıza cinsel tacizden tutuklanan Hüseyin Üzmez haberleri de aynı şekilde Zaman’ın akıl ve editör süzgecinden geçemedi. Bu haber hakkında sessiz kalmalarının nedenini “Türk aile birliğinin korunmas›” gibi oldukça ahlakçı bir nedene
bağladılar.
Zaman Gazetesi, muhafazakar tavrı gereği aile değerlerini, ailenin kutsallığını, kolun kırılıp yenin içinde kalacağı sistemi savunuyor. Katı ahlakçı tavrın bastırılmışlığı sonucu alttan 14 yaşında kıza cinsel taciz gibi kötü kokular çıkmaya başlayınca ise üzerini örtmekten başka bir yol bilmiyor.
Darbeyi, statükocuları eleştirir gibi gözüküp, aslında oldukça kendine demokrat bir noktada duruyor. Yasakçı anlayış, muhafaza edilmesi gereken bir durum. Sadece yasakların içeriğinin değişmesi gerekiyor. Türbanla kamusal alana girilmeli ama
1 Mayıs’ta Taksim’e girilemez. Giren, kaşınmıştır çünkü devletin kanununa, nizamına meydan okumuştur. Oysa, üniversiteye türbanla girmenin devletin kanuna meydan okuması karşısında onlardan ala demokrat yoktu.
Derin devlet, muhafaza edilmesi gereken bir durum. Ergenekoncu olmamalı sadece.
Polis şiddeti muhafaza edilmeli, doğru adama şiddet uygulaması şartıyla. Başörtülü kızın değil, yaşasın 1 may›s diyen kaltağın yüzünde patlamalı cop, tekme, neyse artık.
İşçisi de patronu da Zaman Gazetesi okumalı. İşçi ve patronu bir yapanın aynı camide alınlarının secdeye değmesi olduğu anlatılmalı. Sonra biri Tuzla'da ölüm tehlikesiyle burun buruna çalışmalı, diğeri 5 yıldızlı otellerde Hac gezmesi yapmalı.. Sendika dediğin Türk-iş, sivil toplum kuruluflu dediğn Genç Siviller gibi olmalı.
anlaşılan o ki, Zaman Gazetesi, karışık bir zaman dilimi kullanıyor. Ama geçmiste oldugu kesin. AKP'nin cafcaflı dönemlerinde holigan dansı yaptigi zamani, 12 eylül rejiminin fasist saat, gün, aylarina eklemlemis, dünya borsalarının saatlerinin yanına koymuş ve bu zaman anlayışını cola turka gazozumuzun içine atarak yutturmaya çalisiyor.
Zaman Gazetesi, “provakasyon istihbaratı doğru çıktı” haberiyle Taksim’in 1 Mayıs gösterilerine kapatılmasını yasakçı bir tavır olarak değil, olmas› gereken doğru bir güvenlik tedbiri olarak sunuyor, Erdoğan’ın “Taksim miting alanı değildir” sözlerini büyük büyük puntolarla yazıyor, valiyi ve hükümeti aklamak için elinden gelen çabayı gösteriyordu.
Seçilen fotoğraflar ise coplanan, üzerine su sıkılan insanlardan ziyade eline bir taş parçasi alıp polise saldıran insanların “bunlar işçi değil anaşik, işleri güçleri provakasyon” demeye getirenleriydi. “Taksim’e çıkılmadı, uzlaşma sağlandı, sağduyu kazandı” diyerek sendikaların geri adım atmasını ve hükümetin yasakçı tavrına boyun eğmesini “sağduyu” olarak gösteriyordu.
1 mayıs’ın bir kaç gün sonrası, diğer gazetelerin öfkesi hala dinmemişken Zaman, hemen konuyu tekrar Ergenekon’a döndürüp eski karizmasını tekrar kazanma peşindeydi.
Kıyıda köşede ise son kozlardan biri olarak Ahmet Necdet Sezer’in ceberrut bir fotoğrafını seçip, “Sezer, Süleyman Çelebi’yi tebrik etti” haberiyle meseleyi başka bir yerden yakalamaya çalıştı. Hatta bununla da kalmayıp Şişli’deki Ermeni vatandaşların sendikacıları tebriğe gittiğini ve bunun sendikacaları oldukça mutlu ettiğini bile atlamadı Zaman. Okuyucu kitlesine, sendikacıları “antipatik” gösterecek her yolu denedi. Israrcı Disk, halkın huzurunu kaçırmış, Taksim’de maddi zarar milyonlarca liraya malolmuştu.
Yazarlar ise sus pustu. Biraz sesi ç›kan, burdaki sosyalistleri naylon ilan ediyor, sendikaları aşiretağası olmakla suçluyordu.
Zaman Gazatesi okuyucu yorumlar› durumu daha açık yansıtıyor. “1 mayıs da bayram mıymış, %5’in kutladığı şeye bayram denmez”, “polis az bile yapmış, bunlar bu dilden anlar”, “bunlar nankör” gibi şiddeti öven, oldukça faşizan yorumlar ardı ardına sıralandı.
1 Mayıs haberlerinin hemen yanında ise Enflasyondaki artış ve pirinç fiyatlarının yükselmesi kırmızı alarm gibi yanıp sönerken, okuyucular “düzelir, bunlar da geçer” diye birbirlerini rahatlatıyordu. Dünyan›n hangi ülkesinde iktidara zamlar için hesap sorulması bir yana, kraldan çok kralcı bir tavırla yarabbi şükür denilir acaba?
Zaman Gazetesi, hükümetin yay›n organı vazifesini yaparak, propagandasını hükümete göre kurguluyor. Başörtüsü ve laiklik konusunda gösterdiği “en büyük demokrat” biziz tavrını, 1 Mayıs’ta yaptığı yanlı haberlerle yerlerde süründürdü.
Tuzla tersaneleri ile ilgili haberlerde de tarafını, işverenden yana çizerek onları aklama yoluna gitmişti.
14 yaşında bir kıza cinsel tacizden tutuklanan Hüseyin Üzmez haberleri de aynı şekilde Zaman’ın akıl ve editör süzgecinden geçemedi. Bu haber hakkında sessiz kalmalarının nedenini “Türk aile birliğinin korunmas›” gibi oldukça ahlakçı bir nedene
bağladılar.
Zaman Gazetesi, muhafazakar tavrı gereği aile değerlerini, ailenin kutsallığını, kolun kırılıp yenin içinde kalacağı sistemi savunuyor. Katı ahlakçı tavrın bastırılmışlığı sonucu alttan 14 yaşında kıza cinsel taciz gibi kötü kokular çıkmaya başlayınca ise üzerini örtmekten başka bir yol bilmiyor.
Darbeyi, statükocuları eleştirir gibi gözüküp, aslında oldukça kendine demokrat bir noktada duruyor. Yasakçı anlayış, muhafaza edilmesi gereken bir durum. Sadece yasakların içeriğinin değişmesi gerekiyor. Türbanla kamusal alana girilmeli ama
1 Mayıs’ta Taksim’e girilemez. Giren, kaşınmıştır çünkü devletin kanununa, nizamına meydan okumuştur. Oysa, üniversiteye türbanla girmenin devletin kanuna meydan okuması karşısında onlardan ala demokrat yoktu.
Derin devlet, muhafaza edilmesi gereken bir durum. Ergenekoncu olmamalı sadece.
Polis şiddeti muhafaza edilmeli, doğru adama şiddet uygulaması şartıyla. Başörtülü kızın değil, yaşasın 1 may›s diyen kaltağın yüzünde patlamalı cop, tekme, neyse artık.
İşçisi de patronu da Zaman Gazetesi okumalı. İşçi ve patronu bir yapanın aynı camide alınlarının secdeye değmesi olduğu anlatılmalı. Sonra biri Tuzla'da ölüm tehlikesiyle burun buruna çalışmalı, diğeri 5 yıldızlı otellerde Hac gezmesi yapmalı.. Sendika dediğin Türk-iş, sivil toplum kuruluflu dediğn Genç Siviller gibi olmalı.
anlaşılan o ki, Zaman Gazetesi, karışık bir zaman dilimi kullanıyor. Ama geçmiste oldugu kesin. AKP'nin cafcaflı dönemlerinde holigan dansı yaptigi zamani, 12 eylül rejiminin fasist saat, gün, aylarina eklemlemis, dünya borsalarının saatlerinin yanına koymuş ve bu zaman anlayışını cola turka gazozumuzun içine atarak yutturmaya çalisiyor.
15 Nisan 2008 Salı
Gelinlikle yola çıkmak
Çocukken en sevdiğim hikayeler başlarının üzerine düşen kalın pelerinleriyle dünyayı dolaşan gezginler hakkındaydı. İpek yolu, Afrika çölleri, Çin seddi derken türlü türlü macera yaşarlardı. Ama can sıkıcı olan, kahramanlar hep erkekti. Daha çocukken anlardık, yollar, geceleri sokaklar, ıssız köşeler, köprü altları erkeklere aitti.
Erkeklerin “kaybedecek birşeyleri” yoktu, oysa kadınlar sürekli birşeyleri kaybetmeme derdindeydi. Kaybedilecek bekaret, kaybedilecek namus...
Yola çıkıyorsan önce görüntünü değiştir
Tarihte kadın seyyahlar elbette oldu ama acaba kaçı kadın yazarların George Elliot gibi erkek mahlasları kullanması çözümüne benzer olarak yolculuk sırasında dişiliğini minimuma indirdi. Bugün bile kimbilir kaçımız kadın başımıza gideceğimiz mesafenin tekinsizliği veya tedirginliği yüzünden sokakta eteklerimizi çekiştirdik ya da sabahları evden çıkarken “daha kapalı” kıyafetleri seçtik. Onlar zihniyeti değiştirmedi, biz kıyafeti değiştirdik. Yanında bir erkek eşlik etmeden yola çıkmanın tekinsiz oluşu hakkında toplum oralı olmamayı tercih eder, “günah benden gitti” tavrındadır. Ayağını denk alması gereken kadınlardır. Genel anlayışta tecavüz hakedene yapılır. İffetli bir kadın, gecenin bir vakti sokakta ya da ıssız yollarda tek başına bulunmaz. Bulunanlar ise ya fahişedir-ki onların zaten kaybedecek birşeyleri yoktur- ya da aranıyordur. Kurtların sofrasına girmiş “kuzu”nun akıbeti kadar normalleşmiş ve meşru haldedir ataerkiliğin şiddeti.
İtalyan sanatçı Pappa Bacca, kadınlığını anlam düzeyinde epey maksimum seviyeye çeken bir kıyafetle yola çıkmıştı. Gelinlik. Bu nokta, Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’nin gözünden kaçmadı. Gelinliğin çağrıştırdığı kadın cinselliği destursuz
bir şekilde ataerkilliğin ormanına dalmak olarak yorumlanabilir. Verimli’nin dikkat çektiği diğer nokta ise topluma işlemiş olan “yabancı kadınların cinsellikteki serbestisi” fikri. Özellikle turist kadınlara karşı(hele bir de Russa) tavrın nasıl olduğu ortada.
Tecavüze uğrama korkusu öylesine belleğimize kazınmış bir korkudur ki psikoloji dalından başka bir isim, Kurt sofrasında bulunmaktan çekinmeyip Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını yazmış Clarissa Estes, pek çok kadının rüyasında kaçmaya çalıştığı bir “karanlık adam” figürü olduğundan bahseder. Bu figür, tek tek bireyden zirade kollektif bir bilincin oluşturduğu canavarın hayatlarımıza yansımış gölgesidir. Karanlık adam bir “yokedici”dir. Evrensel eşitlik, özgürlük barış gibi kavramlar yokedicinin egemen ataerkil tavrıyla çatışır. Caniler, katiller, tecavüzcülerde kişileşip, engiziyon mahkemeleri, cadı avları, toplama kampları, diktatörlüklerle eyleme geçip tarihe karanlığını vurur.
Bacca’nın başına gelen münferit bir olay değildir aksine bir aysbergin görünün yüzüdür.
Tecavüzcü katili linç etmek, toplumun yakaladığı bir suçlu üzerinden kendini
olaydan sıyırdığı mastürbatif bir ritüeldir. Aysbergin görünmeyen yüzü rüyalarımızda bile peşimizi bırakmayacak denli derinlere işlemiştir.
Erkeklerin “kaybedecek birşeyleri” yoktu, oysa kadınlar sürekli birşeyleri kaybetmeme derdindeydi. Kaybedilecek bekaret, kaybedilecek namus...
Yola çıkıyorsan önce görüntünü değiştir
Tarihte kadın seyyahlar elbette oldu ama acaba kaçı kadın yazarların George Elliot gibi erkek mahlasları kullanması çözümüne benzer olarak yolculuk sırasında dişiliğini minimuma indirdi. Bugün bile kimbilir kaçımız kadın başımıza gideceğimiz mesafenin tekinsizliği veya tedirginliği yüzünden sokakta eteklerimizi çekiştirdik ya da sabahları evden çıkarken “daha kapalı” kıyafetleri seçtik. Onlar zihniyeti değiştirmedi, biz kıyafeti değiştirdik. Yanında bir erkek eşlik etmeden yola çıkmanın tekinsiz oluşu hakkında toplum oralı olmamayı tercih eder, “günah benden gitti” tavrındadır. Ayağını denk alması gereken kadınlardır. Genel anlayışta tecavüz hakedene yapılır. İffetli bir kadın, gecenin bir vakti sokakta ya da ıssız yollarda tek başına bulunmaz. Bulunanlar ise ya fahişedir-ki onların zaten kaybedecek birşeyleri yoktur- ya da aranıyordur. Kurtların sofrasına girmiş “kuzu”nun akıbeti kadar normalleşmiş ve meşru haldedir ataerkiliğin şiddeti.
İtalyan sanatçı Pappa Bacca, kadınlığını anlam düzeyinde epey maksimum seviyeye çeken bir kıyafetle yola çıkmıştı. Gelinlik. Bu nokta, Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’nin gözünden kaçmadı. Gelinliğin çağrıştırdığı kadın cinselliği destursuz
bir şekilde ataerkilliğin ormanına dalmak olarak yorumlanabilir. Verimli’nin dikkat çektiği diğer nokta ise topluma işlemiş olan “yabancı kadınların cinsellikteki serbestisi” fikri. Özellikle turist kadınlara karşı(hele bir de Russa) tavrın nasıl olduğu ortada.
Tecavüze uğrama korkusu öylesine belleğimize kazınmış bir korkudur ki psikoloji dalından başka bir isim, Kurt sofrasında bulunmaktan çekinmeyip Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını yazmış Clarissa Estes, pek çok kadının rüyasında kaçmaya çalıştığı bir “karanlık adam” figürü olduğundan bahseder. Bu figür, tek tek bireyden zirade kollektif bir bilincin oluşturduğu canavarın hayatlarımıza yansımış gölgesidir. Karanlık adam bir “yokedici”dir. Evrensel eşitlik, özgürlük barış gibi kavramlar yokedicinin egemen ataerkil tavrıyla çatışır. Caniler, katiller, tecavüzcülerde kişileşip, engiziyon mahkemeleri, cadı avları, toplama kampları, diktatörlüklerle eyleme geçip tarihe karanlığını vurur.
Bacca’nın başına gelen münferit bir olay değildir aksine bir aysbergin görünün yüzüdür.
Tecavüzcü katili linç etmek, toplumun yakaladığı bir suçlu üzerinden kendini
olaydan sıyırdığı mastürbatif bir ritüeldir. Aysbergin görünmeyen yüzü rüyalarımızda bile peşimizi bırakmayacak denli derinlere işlemiştir.
17 Mart 2008 Pazartesi
Cadılar ve Cadalozlar
Cadı denen o acaip kadınla çocukluk yıllarında tanışılır. Çocukken öğrendiğimiz, kafamızda canlanan bir çok kavram ve görüntü erişkinliğe ulaşınca değişse de, cadı figürü, 6 yaşında onu nasıl algılıyorsak 60 yaşında da aynı kalır.
Çirkin, koca burunlu, kabarık saçlı, buruşuk suratlı uzun siyah bir şapka takan, kazanında kurbağa bacağı gibi tiksindirici malzemelerden kötü kokulu iksirler yapan, bir kocakarı. Bu imaj, nispeten daha sempatik. Tarihin sayfalarını biraz geriye çevirip Orta Çağ’dan kalma tasvirlere baktığımızda renkli televizyonun ekranı, masal kitabının sayfası yerini kasvetli ve
karanlık bir odada, görmeye çalıştığımız sahnelere bırakır. Bilinçdışından bilinç altına doğru bir yolculukla kanımızın çekildiğini hissederiz. Çünkü orada kötülük vardır, gece vardır, bilinmeyen sesler, ormandan geçen karaltılar, erkeklerin rüyalarına girip hamile kalan kadınlar, direğe bağlanıp yakılanlar vardır.
Cadaloz ise cadı benzeri şirret bir kadındır. Hep daha fazlasını isteyen bir kaşık düşmanı, çok konuşan, dırdırlarıyla erkeği bezdiren, dünya meselelerinden anlamayan bir cahil, Sır Kapısı, Nuryolu gibi dizilerdeki ibretlik gelin, kıskanç bir kaynana, kötü kalpli bir üvey annedir. Cadaloz, korkutucu değil ama yorucudur. Statükoya karşı bir tehdit değildir. Cadılar ise statükoyu korkutur çünkü dönüştürücülerdir. 1940’larda Amerika’da komünist avının “cadı avı” şeklinde adlandırılması bunun kanıtıdır.
Kimi zaman ise ne ayin ne ritüel bilen, Salem’de olduğu gibi kendi halinde evinde örgüsünü örerken “cadılıkla” suçlanan ya da saçını uzatıp siyah giydiği için sokakta devriye aracı tarafından “satanist” diye çevrilen kişiler hasbelkader hedef olur.
Oysa cadıyı cadı yapan kıyafetleri, şapkası, örtüsü yani giyinikliği değil, soyunabilme ihtimalidir. Ormanın ortasında bütün giysilerini çıkarıp çıplak kalabilmesidir.
Bilinmeyene Duyulan Korku
İnsan aklı açıklayamadığından ve denetleyemediğinden korkar. Her zaman belli açıklayıcılar olmuştur, depremin tanrıların gazabı olduğuna inanmak, tanrıların gönlünü almaya çalışmakla sonuçlanacaktır. Din kavramı bu bağlamda bir yabancılaşmayı getirir. Güç, devredilir. Din öncesi büyü geleneğinde ise, doğa olaylarına hükmetmek büyücü dediğimiz kişinin elindedir. Din adamı yalvarır, büyücü ise neredeyse emreder.
Bu irade güçleri ve değişiklik yapma becerisi aynı zamanda bereket sağlamak veya şifa vermek için uygulanır. İngilizce cadı sözcüğü (witch), bilge, akıllı anlamına gelen “wise/wit” ten türemiştir .
“Cadıların hekimlik ve ebelik sanatları en eski hekimlik geleneğinin dolaysız bir devamıdır. İlkel denilen toplumların büyücülerinin, bitkilerin besin ve ilaç için kullanımında, insan ve hayvan tedavisinde oloağanüstü başarılar kazandıklarını biliyoruz. Cadılar da bu becerileriyle saygıyla karışık bir korkuya yol açmış olmalı. Koca koca papazların aciz kaldıkları durumlardan , köylü bir koca karı Başarıyla sıyrılıyorsa, bu işin içinde bir iş aranmalıydı”(Ahmet Güngören, Cadıların Gün Batımı).
Bugün bir Hristiyan geleneği gibi görünen Cadılar Bayramı, değişimin ne denli çarpıcı olduğunun kanıtıdır. 31 Ekim’de kutlanan Halloween’deki cadı imgesiyle, cadılar bayramının kadim adı olan Samhain’deki cadı imgesi bütünüyle birbirinden farklıdır.
Halloween Cadısı, günümüzün toplumunda bir tüketim nesnesine dönüşmüş olsa da görüntü ve simge anlamında Orta Çağ cadısının yumuşamış halidir, sadece sokakta gözüktüğü için kimse kazığa bağlayıp yakmak istemez.Oysa Samhain cadısı köyün ebesidir, hastaları iyileştiren, hikayeler anlatan, serin kanlı bir kadındır. Buruşuk suratı bilgeliktendir. Kadınlık hallerini ayın halleriyle kıyaslayan anlayışta yeni ay bakire, dolunay anne iken o karanlık aydır.
Hekate’dir, İsis, Astarte’dir.
Kadını kötülük ve şeytanlıkla ilişkendirmek, ondan korkmanın da bir belirtisidir.
Ne trajiktir ki bir çok kadın da hemcinslerini gene bu algıyla algılayıp, güçsüzlüğü, bozgunu kabul eder. İçselleştirilmiş bir ataerkilliğin dünyasında yaşar. Semavi dinlerin kadına bakışı da bu korkunun üzerine kurulmuştur.
Bir hikaye toplayıcısı(cantadora) olarak etno klinik çalışmalar yapan Clarissa Estes,
“Kurtlarla Koşan Kadınlar”isimli muhteşem eserinde bu konuya şöyle değinir:
“Zamanın seyri içinde eski pagan simgeler Hristiyan olanla kaplanmış, öyleki bir masaldaki yaşlı şifacı, kötü bir cadı haline gelmiş, bir hayalet meleğe dönüşmüş, Cinsel öğeler atılmıştır. Yardımcı yaratıklar ve hayvanlar çoğu kez ifrit ve cinlerle yer değiştirmiştir...
Kadınlara, cinsellik, sevgi, para, evlilik, doğurma, ölüm ve dönüşüm üzerine dersler veren kimbilir kaç masal bu şekilde yitirilmiştir. Eski kadınların gizlerini açıklayan Peri masalları ve mitlerin en eski derlemeleri müstehcenlik, cinsellik, sapkınlık(ibret olarak), Hristiyanlık öncesi, kadınsılık, tanrıçalar, erginleme gibi konulardan arındırıp temizlenmiştir”
Toplumlar cadalozlarla yaşamaya alışıkken, cadıları yakmışlardır. “ben de cemaate namaz kıldırabilirim” diyen kadın imam dışlanırken “ben güçsüzüm, iktidarınızı tehdit edemem ama çok iyi kaynanacılık yapar, kocam istediğimi almazsa dünyayı başına dar ederim” diyen kadın yaşam şansı bulmuştur. “Neden kadın peygamber yok” sorusunun yanıtı, cadıların saklandıkları kuytularda aranmalıdır.
Cadaloz, “x bu, sever de döver de” diyendir, cadılar ise “masa başı savaşları yüzünden gencecik askerler ölüyor, oğlum olsa askere gönderemezdim” diyebilen. Kimin yakılmak
istendiğinden belli değil mi zaten?
3 Şubat 2008 Pazar
Dolgun Saçlardan Deterjana...
17/02/ 2008 Radikal iki ekinde yayinlandi.
Yeni (Blendax) reklamının metni şöyle birşeydi:
”gecen pazar anladim ki erkeklerle kızlar farkli seyler istiyor, mesela can…o rap dinlemek istedi benim duygusallığım tutmuştu…dolgun saçlarıma baktıça değişti, daha romantik oldu…o doberman almak istedi benim aklim fifideydi …dolgun saçlarıma baktıkça değisti, daha anlayışlı oldu…o dinlenmek istedi ben eğlenmek, dolgun saçlarıma baktıkça değişti can, canım can”
Daha başlarken “anladım ki erkeklerle kızlar farklı şeyler istiyor”la yapılan biyolojik indirgemecilik, toplumsal cinsiyet rollerinin erkekler mars’tan, kadınlar venüs’ten şeklinde dayatılmasıydı. Erkek rap dinlemek istiyordu, kız ise kırılgan ve narindi ya, elbet duygusallığı tutacaktı. Erkek saldırgandı, şöyle bir doberman alıp gücünü, iktidarını, penisini vurgulayacaktı oysa hanım kızımızın iktidarı “fifi” ile kastedilen küçük şirin köpek kadardı. Bütün erkek çocukları savaş araçlarıyla, bütün kız çocukları barbie bebeklerle oyanayacak tabi, cinsiyet rolleri daha çocukken aşılanacak. “Bende bebeklerle oynamak istiyorum” diyen erkek çocukları aşağılanacak, toplum dışına itilecek, “bende araba parçalarını merak ediyorum” diyen kıza “git saçlarını dolgunlaştırmayı öğren önce” denilecek. Erkeklerin dünyasında kadının erkeğe istediğini yaptırmasının yolu “saçlarını dolgunlaştırıp” erkeği baştan çıkarmaktan geçiyordu çünkü. Böylelikle değişecek, daha anlayışlı olacaklardı. Altı özellikle çizilmiş, abartılmış kadınlık ve erkeklik rolleri. Bunu “patronum maaşıma zam yapmak istemiyordu dolgun saçlarıma baktı daha anlayışlı oldu”, “nişanlım evi üzerime yapmak istemiyordu dolgun saçlarıma baktı daha anlayışlı oldu” gibi örneklerde de kullanabiliriz.
İstediğini elde etme amacındaki kadının bedenini kullanması eylemini genel çerçevede “fahişelik” olarak tanımlıyoruz. İki yüzlü toplum ahlakı, çıkar hesaplarına gitmeden, olanca gerçekliğiyle çalışan “fahişe’yi ahlaksızlıkla suçlayıp, toplumdan dışlarken, erkeği degiştirmenin ve istediğini yaptırmanın, bir kazanç elde etmenin yolunun bedenini kullanmak olduğunu ”anlayan”, evliliği bir sigorta kağıdı, iş sözleşmesi gibi gören, ardından da “canım can” diyen kadını el üzerinde tutabiliyor. Hangisi daha dürüst?
Hegomonik Erkeklik ve Ön plana Çıkarılan Kadınlık
R.W.Connell “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar” adlı kitabında hegemonik erkekliğin,
Kadınlarla ve tabi kılınmış erkekliklerle ilişkili olarak inşa edildiğini betimler.
Çağdaş hegemonik erkekliğin en önemli ayırt edici özelliği heteroseksüel oluşudur.
Bir kadın ne kadar akıllı veya başarılı olursa olsun, önemli olan beyaz çarşaflar arasında erkek dergilerine poz verebilecek çekicilikte olabilmesidir. Büyük bölümü erkekler tarafından finansa edilen reklamlar, yüksek tirajlı gazetelerin, dergilerin “kadın sayfaları”, sabah programları ve pembe diziler hem çekicilik hem de toplumsal rolü bakımından abartılmış bir kadınlığı ön plana çıkarır.
Connell, vurgulanan toplumsal cinsiyeti yönlendirmede, en etkili olanların reklamcılar, psikiyatristler, politikacılar ve din adamları(isminden de belli olduğu gibi protestan bir rahibe değilse geneli erkeklerden oluşan bir grup) olduğunu eklemiş.
Bu reklam kampanyası, toplumsal cinsiyet rolleri ve çelişkilerinden beslenerek bize ulaştı.
Dolgun saçlı kızımızın, bir kaç sene sonraki hali ise marketten bulaşık deterjanı alan, hayatta en büyük derdi bulaşıklarının nasıl daha iyi yıkanacağı olan ev kadını. Ev işi yaparken keyifle gülümseyen, “dışarıdan” gelen çocuklarını ve kocasını, “içeride” bekleyerek, onlarımemnun etmenin yollarını arayan bir kadın. “güveriyorum ki alıyorum” dedikten sonra sahne, çocuk bakımını ve ev işini tamamen kadına bırakmış sadece akşam eve gelince onlarla oynayan babaya mutluluk çığlıklarıatan çocuklara döner. Bundan seneler önce elime geçen eski bir yemek tarifleri kitabında Müslüman kadının şarap vb. malzemeleri yuvasında yaptığı yemeklerde kullanmamasını tenbihledikten sonra, kitaptaki tariflere uyarak hergüne farklı bir çeşit olan yemeklerle kocasının ve çocuklarının “gene mi aynı yemek” şeklindeki “haklı” serzenişlerini duymayacağınıyazıyordu.
Suçlu olan bu reklamların hazırlanışı, konsepti ve sunumu mu? yoksa yapılan,
hedef kitlenin birebir profiline göre hareket etmek mi?
Reklamcılar bu rollerin nedenine mi oynuyor sonucuna mı?
Kapitalizmin hegemonik erkeklik ve abartılmış kadınlık rollerini çok sevdiği belli.
Türkiye gibi muhafazakarlığın yükselişte olduğu, sağ kanadın “ailenin kutsallığını”, “kadının yerinin evi olduğunu”, “kadınlarla erkeklerin farklı şeyler istediklerini” , “fıtratlarının farklı olduğunu ve hatta bu fıtratlar arasında eşcinselliğe yer olmadığını” hatırlattığı ve özellikle başörtüsü tartışmalarının
gündeme oturduğu bir süreçte, (her türlü yasakçı fikirden bağımsız), kadınların saçlarının
ne erkeği tahrik edip kazanç sağlama maksadıyla ne de erkeği tahrik etme korkusuyla, sadece özgürce savrulması umuduyla….
Yeni (Blendax) reklamının metni şöyle birşeydi:
”gecen pazar anladim ki erkeklerle kızlar farkli seyler istiyor, mesela can…o rap dinlemek istedi benim duygusallığım tutmuştu…dolgun saçlarıma baktıça değişti, daha romantik oldu…o doberman almak istedi benim aklim fifideydi …dolgun saçlarıma baktıkça değisti, daha anlayışlı oldu…o dinlenmek istedi ben eğlenmek, dolgun saçlarıma baktıkça değişti can, canım can”
Daha başlarken “anladım ki erkeklerle kızlar farklı şeyler istiyor”la yapılan biyolojik indirgemecilik, toplumsal cinsiyet rollerinin erkekler mars’tan, kadınlar venüs’ten şeklinde dayatılmasıydı. Erkek rap dinlemek istiyordu, kız ise kırılgan ve narindi ya, elbet duygusallığı tutacaktı. Erkek saldırgandı, şöyle bir doberman alıp gücünü, iktidarını, penisini vurgulayacaktı oysa hanım kızımızın iktidarı “fifi” ile kastedilen küçük şirin köpek kadardı. Bütün erkek çocukları savaş araçlarıyla, bütün kız çocukları barbie bebeklerle oyanayacak tabi, cinsiyet rolleri daha çocukken aşılanacak. “Bende bebeklerle oynamak istiyorum” diyen erkek çocukları aşağılanacak, toplum dışına itilecek, “bende araba parçalarını merak ediyorum” diyen kıza “git saçlarını dolgunlaştırmayı öğren önce” denilecek. Erkeklerin dünyasında kadının erkeğe istediğini yaptırmasının yolu “saçlarını dolgunlaştırıp” erkeği baştan çıkarmaktan geçiyordu çünkü. Böylelikle değişecek, daha anlayışlı olacaklardı. Altı özellikle çizilmiş, abartılmış kadınlık ve erkeklik rolleri. Bunu “patronum maaşıma zam yapmak istemiyordu dolgun saçlarıma baktı daha anlayışlı oldu”, “nişanlım evi üzerime yapmak istemiyordu dolgun saçlarıma baktı daha anlayışlı oldu” gibi örneklerde de kullanabiliriz.
İstediğini elde etme amacındaki kadının bedenini kullanması eylemini genel çerçevede “fahişelik” olarak tanımlıyoruz. İki yüzlü toplum ahlakı, çıkar hesaplarına gitmeden, olanca gerçekliğiyle çalışan “fahişe’yi ahlaksızlıkla suçlayıp, toplumdan dışlarken, erkeği degiştirmenin ve istediğini yaptırmanın, bir kazanç elde etmenin yolunun bedenini kullanmak olduğunu ”anlayan”, evliliği bir sigorta kağıdı, iş sözleşmesi gibi gören, ardından da “canım can” diyen kadını el üzerinde tutabiliyor. Hangisi daha dürüst?
Hegomonik Erkeklik ve Ön plana Çıkarılan Kadınlık
R.W.Connell “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar” adlı kitabında hegemonik erkekliğin,
Kadınlarla ve tabi kılınmış erkekliklerle ilişkili olarak inşa edildiğini betimler.
Çağdaş hegemonik erkekliğin en önemli ayırt edici özelliği heteroseksüel oluşudur.
Bir kadın ne kadar akıllı veya başarılı olursa olsun, önemli olan beyaz çarşaflar arasında erkek dergilerine poz verebilecek çekicilikte olabilmesidir. Büyük bölümü erkekler tarafından finansa edilen reklamlar, yüksek tirajlı gazetelerin, dergilerin “kadın sayfaları”, sabah programları ve pembe diziler hem çekicilik hem de toplumsal rolü bakımından abartılmış bir kadınlığı ön plana çıkarır.
Connell, vurgulanan toplumsal cinsiyeti yönlendirmede, en etkili olanların reklamcılar, psikiyatristler, politikacılar ve din adamları(isminden de belli olduğu gibi protestan bir rahibe değilse geneli erkeklerden oluşan bir grup) olduğunu eklemiş.
Bu reklam kampanyası, toplumsal cinsiyet rolleri ve çelişkilerinden beslenerek bize ulaştı.
Dolgun saçlı kızımızın, bir kaç sene sonraki hali ise marketten bulaşık deterjanı alan, hayatta en büyük derdi bulaşıklarının nasıl daha iyi yıkanacağı olan ev kadını. Ev işi yaparken keyifle gülümseyen, “dışarıdan” gelen çocuklarını ve kocasını, “içeride” bekleyerek, onlarımemnun etmenin yollarını arayan bir kadın. “güveriyorum ki alıyorum” dedikten sonra sahne, çocuk bakımını ve ev işini tamamen kadına bırakmış sadece akşam eve gelince onlarla oynayan babaya mutluluk çığlıklarıatan çocuklara döner. Bundan seneler önce elime geçen eski bir yemek tarifleri kitabında Müslüman kadının şarap vb. malzemeleri yuvasında yaptığı yemeklerde kullanmamasını tenbihledikten sonra, kitaptaki tariflere uyarak hergüne farklı bir çeşit olan yemeklerle kocasının ve çocuklarının “gene mi aynı yemek” şeklindeki “haklı” serzenişlerini duymayacağınıyazıyordu.
Suçlu olan bu reklamların hazırlanışı, konsepti ve sunumu mu? yoksa yapılan,
hedef kitlenin birebir profiline göre hareket etmek mi?
Reklamcılar bu rollerin nedenine mi oynuyor sonucuna mı?
Kapitalizmin hegemonik erkeklik ve abartılmış kadınlık rollerini çok sevdiği belli.
Türkiye gibi muhafazakarlığın yükselişte olduğu, sağ kanadın “ailenin kutsallığını”, “kadının yerinin evi olduğunu”, “kadınlarla erkeklerin farklı şeyler istediklerini” , “fıtratlarının farklı olduğunu ve hatta bu fıtratlar arasında eşcinselliğe yer olmadığını” hatırlattığı ve özellikle başörtüsü tartışmalarının
gündeme oturduğu bir süreçte, (her türlü yasakçı fikirden bağımsız), kadınların saçlarının
ne erkeği tahrik edip kazanç sağlama maksadıyla ne de erkeği tahrik etme korkusuyla, sadece özgürce savrulması umuduyla….
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)